10 Eylül 2011 Cumartesi

Pazarın Tozlu Yollarında Ekonomik Adımlar...

Ev Ekonomisi dersi şimdiki orta öğretim kurumlarında var mıdır bilmiyorum ama benim zamanımda (Evet ben de 80'li yıllar sonu 90'lı yıllar başında çocuk olanlar grubundayım. Ayrıca facebookta da bu grubu beğendim ehehe neyse...) böyle bir ders vardı azizim. Evde artık martık ne bulursak okulu çöplüğe çevirirdik. Yakın zamnda  Derya Baykal denen kadın böyle bir şeyler yapıyordu ben görmüştüm bir ara. O zamanlar televizyonda izlemiyor, biz bu olayın dersini alıyorduk. "Aklında ne kaldı peki?" diye sorarsan güncecan. Sana umursamaz bir tavırla "Hiç bir şey!" cevabını yapıştırabilirim.Teorikte bu durum hiç birşey olarak adlandırılsa da pratikte  böyle değil. Hiç ummadığın anda bu ev ekonomisi dediğimiz şey 4 tarafını çepeçevre sarmalayabiliyor. Göreve ilk başladığım yıllarda " Amaannn boşver zaten her ay kazanıyorum. Neden kazanıyorum? Harcamak için yuppii!!" şeklindeki söylemlerimin benim yanıma hiç bir kâr bırakmadığının farkına vardım. Gerçi bu farkına varış 3 sene önce oldu ama olsun. O zamanlar blogcuğum yoktu. Her neyse sevgili güncem. Ev arkadaşım ve ben kendimize göre bir ekonomik önlem paketi hazırladık. Peki paketin içeriğinde ne var? Hemen anlatayım ; Öncelikle meyve ve sebze alışverişimizi marketten ya da manavdan değil halkın arasına karışmak suretiyle pazardan yapmaya karar verdik. Dibiniz düştü değil mi? :D Biz bunca zaman pazardaki sebze meyvelerden bir haber yaşıyormuşuz :) Bugün pazara gittiğimde insanların hem iyi hem de gıcık yönlerini gördüm. Kalabalığı yararak bin bir mücadele ile girdiğimiz pazarın ilk durağı kocaman kocaman Bursa Şeftalisi durağıydı. Bir şeftali bu kadar mı güzel durur tezgahta? Duruyor işte. Ki ben şeftaliyi öyle böyle değil; çok severim. Önümde öyle çekici duruyordu ki almadan geçmedim. 2 kilo şeftalimizi pazarcıdan alarak yolumuza devam ettik. Bu arada gözlerim tezgahlarda gezindi. Güzel olan, çekiciliği olan ve en önemlisi ihtiyacımız olan her sebze meyveyi kafamda pazar şeması oluşturarak yerlerine yerleştirdim. Geri döndüğümüzde tezgahları tekrar bulabilelim diye. Öncelikle  pazar sonuna kadar yürüyüp keşif yaptık, ardından gözümüzle seçtiğimiz şeyleri almaya geldi. Biber tezgahının önüne geldim. Evde 2 kişi yaşadığımız için yarım kilo biber istedim adamdan. Adam beni küçümser gözlerle süzdükten sonra; "Yarım kilo vermem bayan." dedi.
- Ne?
-Yarım kilo vermem, 1 kilo alırsan olur.
- Ne demek vermem. Gerçekten mi?
-Evet. Gerçekten.
-Neden?
-Çünkü senin alacağın yarım kilo biber benim sana vereceğim torba parasını bile çıkarmaz.
Cevaba bak! Sinirim bozuldu ama bir şey demedim. Çünkü beni pazardan soğutmalarına izin veremezdim. içimden söylenerek tezgah değiştirdim. Aynı biberci amca gibi  patlıcancı teyze ve üzümcü amca da bu cevabı verince üzümcü amcaya patladım. :) Üzümcü amcam dünya tatlısı gülümsemesiyle "Bana neden kızıyorsunuz hanfendi!" dedi. Sonrasında halime acıdı sanırım. Ne kadar istiyorsun? Elindeki üzüm salkımını göstererek Bu yeter mi? diye sordu. Ben de patlamanın verdiği huzursuzlukla sadece başımı salladım. Sağolsun verdi güzeller güzeli İzmir üzümlerimi. Biraz da pazarcıların dedikodusunu yaparak yanından ayrıldım. Sonrasında gördüğüm elmacı amca ise bunların aksine kızım parça parça taşıma sana büyük torba vereyim dedi... Tezatlığa bakar mısınız? Gülerim ben. Dünya iyisi amca yaa :) Hep ona gitcem artık. Velhasıl kerim güncecan. Hem eğlendim, hem öğrendim. Tıpkı özlediğim bıcırık kuzucuklarım gibi. Ekonomik önlem paketimizin başarıya ulaşması için atılan adımlarım, ihtiyacımız olan sebze ve meyveleri almamızla bir arpa boyu yol gittiğimizi tasdikledi. Artık her cuma halk arasına karışarak pazarcıların bazen güler yüzü tatlı dili, bazen de somurtuk bir yüzle beni yanıtlamalarını izleyeceğim. 
Aaa bir unutuyordum. O amca yarım kilo biber vermedi ama beni kaybetti :) Ben biberimi yaşlıca bir teyzeden aldım. Oh olsun ona...
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın zamanda açarım yeniden yazılarımı sana güncecan... Öpücük, gülücük efendim... :)

Hiç yorum yok: