31 Aralık 2011 Cumartesi

En Sevdiğim Yeni Yıl Şarkısı...



Bu sabah karanlığı
Küçük melekler yırttı
Şafak tatlı bir düştü
Gerçeklere uyanmak
Bugün çok hoştu


Işık, ışık, ışık, daha çok ışık
Umut, umut, umut daha çok umut
Yeni yıl yeniden yine yeniden yenile bizi
Umutlarımızın tek habercisi


Biz en gençleriz
Biz en açığız
Biz en hazırız
Mutluluk vaatlerine


Işık, ışık, ışık, daha çok ışık
Umut, umut, umut, daha çok umut
Yeni yıl yeniden yine yeniden yenile bizi
Umutlarımızın tek habercisi

En aşık biziz
Barış biziz
Gelecek biziz
Sizi de bekleriz...

30 Aralık 2011 Cuma

Eskiden..


Eskiden geceleri uyuyamadığımda yalnız olduğumu düşündüğüm zamanlar vardı. Sabahları uyandığımda yataktan ters kalksam da kalkmasamda hiç birşeyin değişmediği sebepsiz moral bozukluğu ile geçen günlerim vardı. 
Eskiden yanımdan geçen delikanlının parfüm kokusunu duyumsayarak özlemle andığım adamlar, çalan bir şarkıda mazisini unutamadığım anlarım vardı. 
Eskiden sıcacık olan evimin duvarlarını buz gibi hissettiğim, sırf bu yüzden sabah kahvaltılarını, öğle ve akşam yemeklerini sevemediğim günlerim vardı. 
Eskiden bir yumruk büyüklüğünde olup bin yumruk yemişcesine sızlayan kalbim, içimi acıtan bin bir sözle paramparça, yitik hayallerim vardı. 
Eskiden psikopatı, yalancısı, yapışkanı, şerefsizi, hissizi, adisi ... vb hep beni bulur dediğim anlarım vardı.
Eskiden monoton, renksiz, durağan, sevinçsiz, sevgisiz geçen haftalarım vardı. Bir duble rakı, Zeki MÜREN ve kokulu mumlarımla kendime terapi yaptığım zamanlarım vardı.
Zamanın insan üzerinde törpü görevi gördüğüne inandığım; ancak benim üzerimde bir  işe yaramıyor diye düşündüğüm zamanlarım vardı. 
Eskiden tüm bunlar geçmez dediğim zamanlarım vardı; fakat geçti. Tekrardan gelecek; kötü şeyler olur, kötü şeyler yaşanır, çünkü bu bir kısır döngü. Şimdi biliyorum ki herşey olur, herşey büyür, herşey geçer... İyi ya da kötü... Elimde kalan sadece hayat, hayatım... Çok kahkaha hatırlıyorum, çok mutluluk hatırlıyorum tüm bunları hatırlamam yetiyor bana. Zaman alıp götürse de aldıklarının yerine yenilerini bırakmasını çok iyi biliyor. Senin görevin bunun farkına varmak. Bu kadar basit. :) 
İşte bu yüzden keyifle gülümsüyorum.
Gülümsemeyle kal Güncem.
 (✿◠‿◠)

25 Aralık 2011 Pazar

Hayatın Umulmadık Sürprizleri...


Olay şu ki sevgili güncem; hiç ummadığım bir anda, hiç ummadığım bir halde;  hiç ummadığım birinin beni hiç ummadığım kadar şaşırtacağını hiç ummamıştım. 
Belki... Belkisi yok... Şaşırdım, o kadar... 
Gülümsemeyle kal...

22 Aralık 2011 Perşembe

Nesin Sen? Sahte mi?


Hayatımdaki bazı insanlara teşekkür mü etmeliyim yoksa hakaretlere mi boğmalıyım karar veremiyorum bazen. Hayatı sorgulatma yetenekleri benim üzerimde oldukça verimli bu şahsiyetlerin çünkü. Hayatı sorgulamaktan kastım öyle çok matah birşey değil aslına bakarsan; insan kendi kendini sorguluyor. Şöyle  ki; misal ben, hayatımdaki bazı insanların beni sadece işi düştüğü zaman aradığını merak ediyorum. Biri, bir diğerini neden aptal yerine koymak ister ki? Kendini çok akıllı gördüğünden mi? yoksa aptal olup da bunun farkına varamadığından mı? Böyle durumlarda ben en çok kendime kızıyorum işte; belki bir çoğumuz gibi... Annem çok söyler saf olduğumu tamam; sonuçta anne! Tohumluk, fidanlık, ağaçlık, ormanlık hallerimi bilen biri olarak beni benden iyi tanıması gayet doğal ama saf olduğumun bazen kendim farkına varıyorum. İşte bu durum kötü, annemin "saf" demesi kadar doğal gelmiyor bu durum :)
En samimi, en şirin, en laf ebesi hallerinden etkilenip;arkadaş, dost ya da... (ne derseniz diyin) zannedip, eteğinizdeki tüm taşları döküp konuşarak saatler geçirdiğiniz kişiler suratınıza "Osmanlı Tokadı" kıvamında davranışlar göstererek sizi kendinden soğutabilir... Elimden geldiğince yardımcı olduğum kişilerin bana "Denize düşen yılana sarılır." hesabı, denizdeki yılan muamelesi yaptığına tanık olmuşluğum vardır. Ki bugün de günlerden biridir. Üzülmüşümdür. İçimi sevgili blogcuğuma dökmüşümdür. İnsanın kendini sorgulaması demiştim ya işte o durum tam burada baş gösterir. Belki milyon kez başıma gelmiştir bu tip insanlar, bu tip olaylar. "Yüz veriyorsun böyle oluyor, iyi davranıyordun tepene çıkıyorlar..." söylemleri hiç bitmez bende. Düşünüyorum da ben harbiden aptal bir kızım. Her defasında kandığıma göre.. :) Karşı tarafa suç atmanın, onu bu denli karalamanın bir manası yok. Neyse, canım sağolsun... 
Görüşmek gülüşmek dileğiyle efendim... (✿◠‿◠)

Beyaz Geceler...


 
"Arada bir kendime “Hayallerin nerede?” diye sorarım. Ama başımı sallayıp, “Yıllar ne çabuk geçiyor” demekten başka çarem olmaz.
Bu kez başka sorular gelir aklıma: “Peki yıllarını ne yaptın? Hayatın en iyi yıllarını nereye gömdün? Yaşadın mı, yoksa yaşadığını mı sanıyorsun?” İçimden bir ses yükselir: Bak çevrende her şey nasıl gittikçe soğuyor? Bir kaç yıl daha geçsin, koyu bir yalnızlıkla birlikte bastonuna dayanmış, titreyen bir yaşlılıkla karşı karşıya geleceksin.
Ondan sonra da umutsuzluk, keder, bezginlik… Bir gün gelip hayal dünyam yerle bir olacak, hayallerim sarı yapraklar gibi bir bir dökülecek…
Ah, Nastenka! O zaman hem yalnız, yapayalnız kalacağım, hem de acınacak bir şeyim olmadığı için dövüneceğim. Çünkü yitirdiklerimin hepsi kocaman bir sıfır değerindeki hayallerden başkası olmayacak!"

-Dostoyevski- Beyaz Geceler-

20 Aralık 2011 Salı

Ayrılık...


Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

16 Aralık 2011 Cuma

Franz KAFKA, Günlükler

 
Franz KAFKA, Günlükler -Cilt 1-, Birinci Defter
 
"Uykusuz gece. Bir dizi uykusuz gecelerden üçüncüsü. İyi uyuyorum ama bir saat sonra başımı yanlış bir deliğe sokmuşum gibi gözlerimi açıyorum. Büsbütün uyanık bekliyor, hiç uyumamışım ya da ancak ince bir zar altında uyumuşum gibi bir duyguya kapılıyorum; uykuya dalma çabasını yine karşımda buluyor, kendimi uyku tarafından kapı dışarı edilmiş görüy...orum. Bütün gece saat beşe kadar sürüyor; bir yandan uyuyor, bir yandan yoğun düşlerle uyanık tutuluyorum. Gördüğüm düşlerle çaresiz boğuşup dururken, “kendi kendimin yanı başında” uyuyorum düpedüz. Saat beşe doğru uykunun son zerresi de harcanıp tüketiliyor, artık yalnızca düş görüyorum, bu da uyanık kalmaktan daha çok yoruyor beni. Açıkçası, bütün geceyi, sağlıklı bir insanın gerçek uykuya dalmadan önce kısa bir süre yaşadığı uyur uyanıklık durumunda geçiriyorum. Uyandığımda bütün düşler çevremi sarıyor, ama üzerlerine uzun boylu düşünmekten kaçıyorum. Sabaha karşı, böyle bir geceden artık hayır gelmeyeceği için kanepede oflayıp poflamaya başlıyor, derin uykularda kaldırılıp götürülecek sonuna bırakılmış ve bir fındık kabuğuna hapsedilmiş gibi uyandığım geceleri anımsıyorum.
Sanırım bendeki uykusuzluk yazmamdan ileri geliyor. Çünkü yazdıklarım ne kadar az ve kötü de olsa, yol açtıkları küçük sarsıntılar duyarlı duruma sokuyor beni; özellikle akşama doğru ve daha sabahları o esintiyi duyuyor, dengemi bozup bana her şeyi yaptırabilecek durumları yakında yaşayabileceğimi hissediyorum; uyanıkken içimde varlığını sürdürüp denetim altına almaya vakit bulamadığım genel gürültü ortasında huzurum kaçıyor. Ama nihayet gürültü baskı altında tutulan, yakına gelmesine izin verilmeyen uyumdur, serbest bırakıldı mı beni baştan aşağı dolduracak, sonra beni upuzun gerip yayacak ve aynı işi yine sürdürecektir. Ama şimdi, varlığım bu ikili durumu kapsayacak güçten yoksun olduğu için, uyandırdığı cılız umutları saymazsam bana zararından başka yararı dokunmuyor; görünür dünya bana yardımcı oluyor gündüzün, ama gece parça parça doğranıyorum ve buna karşı bir şey yapmak içimden gelmiyor."

Günümün Sözü

Yalnızlık tek kelime.
Söylenişi ne kadar kolay!
Oysa taşınması
O kadar zordur ki...

Goethe

10 Aralık 2011 Cumartesi

Muhabbete Bahane


Kahveyi gece kadar karanlık, cehennem kadar sıcak ve kadın kadar tatlı içeceksin... 
(Kolombiya Atasözü)
Bu güzel cumartesi günü bol bol tüketip cılkını çıkardığım, kendine has müthiş kokusuyla büyüleyen, yanında belki bir parça bademli çikolatayla servis edilen günümün missss gibi sıcak içeceği olan KAHVE için yazılmıştır bu satırlar... Ne güzel yazılmış... 
Keyifle içtim, keyifle okudum, keyifle paylaştım... Sizi kocaman gülümsememle selamlar, bu güzel alıntı ile başbaşa bırakırım... (◠‿◠)
 

 Her kahve aynı tadı taşımaz…
Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir…
Sahilde oturduğun rüzgârlı bir sonbahar günü,
En sevdiğin dostun ağlarken içtiğin kahvenin tadı kederlidir…
Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır…
Bir pazar öğle sonrası annenin,
“Hadi bir kahve yap da içelim” dediği kahve huzurludur… 
Köpükler annenin göz bebeklerine yansır…
Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir…
Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma çabasıdır…
Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın…
Çıktığın an uyuyakalırsın… Ferahlıktır…
Dostlarla içilen kahve neşedir…
Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer…
Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır… acıdır tadı…
Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır…
Baban için yaptığın kahve sevgi doludur…
Çay bardağında, az şekerli…
Kahve gibi görünmez sana…
Ama sıcaktır dumanları tüter ve kokusu büyülüdür…
Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır… isıtır insanın içini…
Yorgun olduğunda içtiğin kahve hafifletir seni… kendine getirir, unutturur günün ağırlığını…
Kahve aynı kahvedir belki…
Köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir…
Ama içilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadları değişir…
Her kahve aynı değildir bu yüzden…

9 Aralık 2011 Cuma

Huzurun Rengi Gri...


Gerginlik doruklara yaklaştığında hislerin ele geçiriverir seni, o anda seni üzecek birşey olmasa da birşey olacağını hissedersin; ama emin de olamazsın. Kendini yiyip bitirsin. Sebepsiz mutsuzluğun adıdır bu. İçin rahat değil, dokunsalar ağlayacak gibisindir, kimseye tahammül edemez, sorularına cevap vermek istemezsin. Her zaman olan bir durum değildir bu. Ruh sıkıntısı, iç karartısı der geçersin. Adını koyarsın... Huzursuzluktur adı. Bir yerlerde bilmediğin, öğrenemediğin şeydir, öğrendiğinde çok üzüleceğin düşüncesi beynini yer bitirir... Lakin ortada birşey yoktur. Gereksiz, sebepsiz surat asarsın. Yataktan ters kalkma adı altında kalp çarpıntısı ile uyanmışsındır sabah. Gününün içine edeceği aşikardır. Bu his belirsizlikle bağlıntılıdır. Düşündüğün şeylerin gerçek olup olmadığını bilmezsin. Ruh kemirgenidir, nedensiz baş ağrısına, kalp çarpıntısına, boş boş surat asıp oturmana neden olur. Düşünürsün, düşündükçe için acır ve neden acıdığını bilmezsin...

4 Aralık 2011 Pazar

Serenad

“ tık… Kapandı telefon. Bu da aynı diye geçirdim içimden. Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma! Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim? İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri…
Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra sarılmanın ne anlamı kalır!”

-Zülfü Livaneli - Serenad-

2 Aralık 2011 Cuma

Neden?

Öyle bir şarkıdır ki bu; ne yazık ki oldukça sağlam olduğunu düşündüğün duvarların yıkımından sonra dinlersin. Kafana "dank!" eder.
 
"Neden yar neden
Bilinmez acı çekmeden 
Neden can neden 
Görülmez günü gelmeden..."