29 Eylül 2011 Perşembe

Günümün Sözü

 
"Hatırlamak için bir hafızamız varken, unutmak için elimizde hiçbir şeyin olmaması; hayatın bize attığı en büyük kazıktır." 

28 Eylül 2011 Çarşamba

Dengesizliklerim Dengemi Bozuyor...

 Vel hasıl "Denge" zor iştir azizim. Bir bilen ne demiş? Bakalım ne demiş? "Dengede kalmanın en kolay yolu; hayatınızı bağladığınız stabil bir unsur bulmaktır." Stabilim yok benim. Bulunca en az beş kez tok ya da aç farketmez yutu yutuvecem, atı atıvecem :)

Uyku düzenim bozuk. Hem de öyle bir bozuk ki bir gece kuşu olma eğilimindeyim. 5'e kadar uyumuyor, 5'ten sonra da deliksiz bir uyku ile kendimi sarıyorum. Sabah uyanmam ise saat  9.5- 10. Durduk yere gözlerim doluyor hatta göz yaşı olarak akıyor. Neden diye sorsa biri, neden bulmakta güçlük çekiyorum. Kulaklarım sürekli çınlıyor. Geçmişte kalması gereken insanlar bir bir çıkıyor ve nasıl oluyorsa buluyorlar beni. Huzursuzum, dengesizim. Bazen sebepsiz alıngan ve kırılgan, bazen de nedensiz sinirli olabiliyorum. Küflenmiş, içi geçmiş bir sebze gibi hissediyorum kendimi. "Aman doktor canım kuzum doktor, derdime bir çare... Çaresiz dertlere düştüm, doktor bana bir çare..."
Çocuk olsam yeniden. Babam saat 10'da uykuyu bir sinema galası havasında yaşatan o sözü söylese. "Hadi kızım yatağa güzel rüyaları kaçıracaksın." dese. Annem uyku perilerini öpücükle kondursa yanağıma. İçimde huzur olsa, mutluluk olsa. Hayatın omuzlarıma her yeni yaşta biraz daha büyütüp yüklediği yüküm olmasa sırtımda.
Düzensizim. Yaşam enerjim elimden alınmış. Göz yaşı akıtarak hayatın benden aldıklarını geri istiyorum. Ama hayat çok inat. En az benim kadar inat. Vermiyor. Üstüne üstlük aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp önüme koyuyor. Dayanamıyorum. Ağırlaştı üzerimde, ağır geliyor. Paylaştıkça azalır diyorlar ya azalmıyor. Anlatıyorum, anlatıyorum, konuşuyorum, içimi döküyorum... Azalmıyor. Hoşlandığım, önceleri zevk alarak yaptığım işler bile ağzıma bir parmak bal çalınmış hissi uyandırıyor. Anlık mutlulukları yaşayıp yaşayıp ardından aynı huzursuzluğuma dönüyorum. Çok dengesizim çok. Alışkın değilim bu duruma. Fırsat bu fırsat beynim bile oyunlar oynuyor bana, dalga geçiyor resmen. Arkadaşlarla konuşmalar sırasında yorum yapıp ertesi gün yaptığım yorumu unutuyorum. Eşyalarımı koyduğum yeri unutuyorum. Elimi kesiyorum, ne zaman ya da nasıl kestiğimi unutuyorum. Acı verince kendi kendime sorguluyorum. Nasıl yaptım diye. Günlük hayatım belli bir düzende gitse de ruhsal hayatım aynı düzende değil. İşte öyle Güncecan. Belki san iç dökmek bir nebze rahatlatır beni. Duygularıma tercüman bir şarkı ile veda ediyorum sana. Daha mutlu, daha huzurlu, daha dengeli günlerimde görüşmek, gülüşmek dileğiyle. Her şeye rağmen kocaman bir gülümsemeyle huzurunuzdan çekiliyorum. 



Günümün Sözü

"Uzun zamandır yoksun. Yoksunlu sabahlara uyanıyorum. Aynı bildiğin gibi. Yeni bir şey yok. Eski bi şey de yok. Sen gibi. Bir ben kaldım. O da ben miyim değil miyim belli değil artık. Arta kalan ne ki? Daha ne kadar özleyebilirim seni. Şimdi yalvarsam geçmişime. Bir gün daha yaşamak istesem misket oynadığım sokakta. İlkokuldaki yerli malı haftasına katılsam? Bana 3 beden küçük gelir çocukluğum. Sende öyle sevgilim. Boşluğunu dolduramaz kimse demiştim giderken. Gelme. Sana bol gelicek artık bu aşk!"

Ceyhun YILMAZ

26 Eylül 2011 Pazartesi

Günümün Sözü


"Zaman geri aksa, yıl 1938 olsa, saat 9 olsa ama asla 5 geçmese.."

Özlüyorum seni, çok özlüyorum...

Günün Adamı Sunay AKIN

Kocaeli Belediyesi gururla sunar... Gün gelecek Türk Bayrağımız ve hayran olduğum tek Atam'ın bu güzel görüntüsü bir arada kullanılmayacak hatta yasaklanacak diye çok korkuyorum. Rabbim o günleri göstermesin bizlere.

Müthiş tarih bilgisi ile tarihteki bir çok hikayeyi zincirleme bağlayarak günümüze kadar getiren, en önemlisi bunu kahkaha attıracak harika akıcı ve sürükleyici bir dille aktaran adam o. Taaa bilmem kaçıncı yüzyılın bir adamını getirip de bir İstanbul Boğazı hikayesine bağlayan bir adam o. Çok iyi bir araştırmacı, bilgiyi bulmayı, derinlere inmeyi, bunları milyonlara iletmeyi çok güzel kavrayan bir şair o. Yüzündeki gamzesiyle anlattığı hikayedeki karakterin rolüne girip gülümsediğinde salonu kahkahaya boğan bir adam o. Mustafa Kemal Atatürk'ü çok çok seven, Türk olmaktan gurur duyan, bunları her fırsatta dile getiren bir adam o. Hiç sıkılmadan yüzlerce kitap okuyup bu kitaplardan edindiği bilgileri, insanları, olayları, mekandan mekana, hikayeden hikayeye, hayalden hayale, geçmişten günümüze taşıyacak şekilde anlatan bir bilgi cambazı o. 15 yılda topladığı bütün oyuncakları bir yere toplayıp İstanbul'da bir Oyuncak Müzesi kuran, açan bir adam o. Öyle bir adam ki sabahtan akşama kadar onu ve hikayelerini dinleyip gülebilir, tebessüm edebilir, hatta ağlayabilirsin. Bir bakalım neler yaptık? :)

İlk hikayesi önceki programlarından dinlediğim ünlü tiyatrocu Altan Erbulak hikayesiydi. Maçlara kendi kartviziti ile giren tek adam. :)

Osmanlı döneminde yaşayan ve Hollanda'ya sürekli mal götürüp getiren bir tüccarın hikayesi ile boğazı para vermeden geçmenin yollarını anlatan kitap hikayesi oldukça eğlenceli ve bir o kadar da dram yüklüydü. İşin ilginç tarafı bu hikayenin Osmanlı Dönemi'nde geçmesine rağmen bunu kitap haline getiren Jules VERNE imiş. :)

"Kadınlar kötüdür." diye başladı bu resme. Mitoloji, Medusa, Zeus, Pandora ve kutusu, Pegasus... Hepsi bu hikayeden kalma. Efsaneye göre Zeus Medusa'yı yeryüzüne göndermiş. Medusa( Kötülük Tanrıçası) bakışları ile erkekleri taşa çevirirmiş, günün birinde bir erkek çıka gelmiş ve kalkan kullanarak Medusa'nın bakışını kendisine yansıtmış. Genç erkeğimiz değilmiş taşa dönen. Medusa olmuş.Genç erkek Medusa'nın taşlaşmış gövdesini başından ayırmış. Ayırdığı anda Medusa'nın taşlaşmış vücudundan Pegasus çıkmış. Tanrıların katına çıkacak kadar yükselebilen Pegasus'u Zeus ilham perilerinin yanına göndermiş. İlham perileri mitolojide museum diye bilinirmiş. Dünya güzeli 9 kız peri... İlham perisi. Pegasus'un arka ayaklarının olduğu yerden ise su fışkırır buna da ilham kaynağı denirmiş. İngilizce'deki museum (müze) sözcüğü burdan gelirmiş. Ülkelerin gelişmişlik seviyesi müzelerinden belli olurmuş. doğruymuş, çok doğruymuş...

İşte ilham perileri :)

Gebze'deki tek kültür merkezine adını veren Osman Hamdi Bey.

Tabi ki ünlü eseri "sabır" konulu Kaplumbağa Terbiyecisi"
 
 Haydarpaşa... Bir gar hikayesi. İnsanın içini tıpkı bu tarihi gar gibi cayır cayır yakan hikaye.

Çocukken en büyük eğlence Ayşegül Serisi. Kitaptan alınmış bir resim. Sunay AKIN bu resmin içine girmeyi çok istemiş. İşte bu yüzdeeeeeennn.... (bknz. bir sonraki resim :)

Kurduğu Oyuncak Müzesi'nin çatı katını bu resim gibi düzenlemiş.
 
Mona Lisa tektir. Tablosu ve porselenden yapılma oyuncağı. Tablosu Fransa'da Louvre Müzesi'nde. Porselen oyuncağı Türkiye'de Oyuncak Müzesi'nde. :)
 
Daha resmini çekemediğim bir çok güzel hikaye, bir çok ayrıntı vardı bugün. İyi ki gittim. İyi ki güldüm. İyi ki eğlendim. Hem benim hem de Güncem için değişiklik oldu :) 
Teşekkürler Sunay AKIN



25 Eylül 2011 Pazar

Biri Bir Şey Yapsın Artık...


Dün yine şehit haberleriyle yıklıdık. Göz yaşlarından sel oldu. Ateş düştüğü yeri yaktı. Facebook profil resimleri hep birlikte "Terörü Lanetliyoruz"  yazılı siyah kurdelelerle doldu. Başbakan çıkıp basına terörü kınadı. Artık alışıla gelmiş bir durum oldu. Göz göre göre gencecik fidanları toprağa vermenin acısı şehit ailesine kaldı. İçimizdeki küfrün haddi hesabı yok. Ama bunlarla bir yerlere gelinmiyor işte. Merak ediyorum o hep sorulan soruyu... Gerçekten... Nerde bu devlet? 
Bunca kayıtsız kalıştan sonra şehitlerimin kanında boğulacak olan sadece PKK olmayacak, bu saldırıya kılını kıpırdatmayan devlet erkânımız da bu hazin sonu yaşayacak sanıyorum. Duaların, lanet okumaların sonu gelmiyor. Yazacak birşey de yok daha fazla. Kim yaparsa yapsın ama birşeyler yapılsın artık! Lütfen... Lütfen!

21 Eylül 2011 Çarşamba

Dikkat! Kırılır...


Yaşamın güzelliklerini alınmadan, kırılmadan yaşamak istiyorum ben. Herşeyi sil baştan yaşayabilmek. Cahit Sıtkı "Yaş 35 yolun yarısı" demiş ya yolun yarısına gelmeden yılların bana kattığı bu çizgiler geçsin istiyorum.  Güven parçalarım zor birleşiyor. Bir şarkıda geçtiği gibi "o eski halimden eser yok şimdi..." 
İnsanları sevmekten vazgeçemesem de korkuyorum kalbimin kırılmasından. Belki biraz fazla hassasım, alınganım. Böyle olmayı istemedim ki ben hiç bir zaman. Kırdılar, incittiler gönlümü. Taşıyamadığı yaraları var. Artık sırçalaşmış bir tabaka kalbim. Dokunsan ağlayacak, dokunsan bin bir parça olacak göğüs kafesimin içinde. Belki sevgiyle uzatılan elleri bile tutmaya halim kalmamış. Sevdiklerimin tek sözü, tek iması yetiyor canımın acımasına. Arkasından düşmüş bir surat, içli bir ses tonu düşüyor yollara. İnsanlara belki saçma, belki tuhaf, belki gereksiz  gelen sürüyle alınganlığım var benim. İstiyorum ki kaybolsunlar, istiyorum ki yok olsunlar. Ama elimde değil olmuyorlar. İnsanların değer yargıları, beklentileri, davranışları benimkiyle aynı değil. Küçük şeylere takılırım ben anlaşılmaz benim için ne denli büyük olduğu. 
Anlamazsın. Sen önemsemezsin ağzından çıkar, ben önemserim, gözüm dolar. Yılların verdiği yorgunluk çetelesine bir çentik de sen atarsın, üstünü çizersin. "Amma da alıngansın" dersin. Ama değilim öyle değilim. Önemsediğim şeyler farklı hepsi bu. Küçük şeylere takar, küçük şeylerle mutlu olurum. Kırmak ne denli kolaysa beni mutlu etmek de kolaydır. O kadar basitimdir aslında. 2 2 daha 4 eder gibi... Anlam veremezsin. Farkına varmazsın beni azar azar kırıp bitirdiğinin. Söylemem, farkına varılsın isterim. Yüzüm düşer, sesim burulur, gözlerim göle dönmeye amade bekler. Farkına varıldığında çok geç olmuştur benim için. Atı alan çoktan Üsküdar'ı geçmiştir. Özür dilersin, alırsın gönlümü. Affedişim bile basit gelir sana. Ama kırılmışımdır. Zamanı geri alamaz, çeteleye bir çentik daha atarsın. Eyvallah der. Kaparım gözümü. Çünkü sevilensindir. Kıyamam...

18 Eylül 2011 Pazar

Yeşil Peri Gecesi


"Ben hatırlıyorum Ali. Ben çünkü günleri saydim, ben haftaları, ben ayları. Ben yılları saydım. Ben seni günlere böldum, seni aylara. bulamasaydım seni daha yıllara, yüzyıllara bölecektim. Neden yıllarca bir umut olarak tuttum seni içimde bilmiyorum diye düşündüm. Umut bile değildin aslında diye düşündüm. Ben bunca zamanı, eskimiş, ama birbirine derinden bağlı iki sevgiliden biri gibi yasamıştım, her zaman cesaretsiz, her zaman arkada kalan, her zaman edilgen olan taraf. Sanki çiftin biri döneceğim diyerek gitmiş de, diğeri onu bekliyormuş gibi. yıllarca çok saçma bir hali yasamıştım seni bekleyerek. Hayata uymuyordu, ama aşka yakışıyordu.
Sen benim saplantımdın Ali, takıntımdın, güzel obsesyonumdun, sen benim en sabit fikr-i sabitimdin."

Yeşil Peri Gecesi - Ayfer TUNÇ

E.K: Okudum bitirdim. Bayıldım.

Hadi Gari Burdan Yak!

Şu an o kadar sinirliyim ki öğretmenlik hakkında atıp tutanlara. Sayın (Bakmayan) Bakanımızın açıklamalarından haberim vardı lakin bir öğretmen olarak başımızın bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum. Haberin altındaki yorumları okudukça sinirlerim bozuldu. Yoksa bakan açıklamasında, eğitim sistemini bir anda pat! diye düzeltecek çılgın projelerinde değilim ben. Yorumlar... Haberin altındaki yorumlar akıllara zarar... Şok geçirdim monitör başında. Yazık! Gerçekten yazık... Ne çok öğretmen düşmanı varmış. Siz ne istiyorsunuz öğretmenlerden? Ben bilerek isteyerek öğretmen olmuşum. Hiç bir mesleğe dil uzatmamışım, saygı duymuşum yaptıkları işe de aldıkları paraya da kimsenin kazandığı para konusunda "Sen bunu hak etmiyorsun" cümleleri etmemişim, öğretmenlik mesleği ile alakası olmayan arkadaşlarımın neymiş efendim "ohh valla dünya sana güzel 3 ay yat paraya para deme" neymiş "Biraz az okusaymışım da öğretmen olsaydım keşke." neymiş "bir buçuk milyar maaş alıyorsunuz, hala şikayetçisiniz"  ıvır zıvırını çekmişim... ama ne olmuş? Ağzı olan konuşmuş. Hem de ne konuşma! Mesleğim bu derece cahil insanın ağzına sakız olmuş. 
Şırnak, Hakkari... vb illerde 50, 60 hatta 70 kişilik sınıflarda 35 - 40 saat ders anlatın bakalım. Eve gidince çocukların bir dahaki derslerine onlardan çok daha fazla siz çalışın. Nasıl onların seviyesine indireceğinizi düşünün. Tüm gün ders anlatmaktan, bağırıp çağırmaktan boğazın patlasın. Teneffüslerde ara vermeden nöbet tutun. Anne babasının ilgilenmediği, başından savdığı çocuklarla ilgilenin.Gerekirse maddi durumlarına kadar hakkında bilgi sahibi olun, vicdanınız elvermediği için ceplerine harçlık koyun. Evdeki sorunlarıyla psikolojileriyle ilgilenin. Okuma yazmayı öğretin, eline kalem almamış 50 çocuğa 40 dakikada kalem tutmasını öğretin, Kürt köylerinde çalışın, Türkçe öğretmeye çalışın çocuklara... Sayamaya kalksam o kadar çok şey var ki... Bunca emeğin karşılığı bu mu? Öss'de öğretmenlik için herşeyden kısmış, Kpss'de bu uğurda derece yapıp nihayetinde atanabilmişim. Cefa çekmişim, sefasını sürmek için sizden mi izin alacağım? Sizin deyiminizle daha az çalışıp "Öğretmen" olsaydınız.
Herşeye rağmen öğrencilerim pazartesi günü beni özlemiş olarak gelecekler. Emeğimin karşılığını onlardan fazlasıyla alacağım. Yeni eğitim öğretim yılımız hayırlı olsun!!!
 

17 Eylül 2011 Cumartesi

Unuttum Diyemem Ama; Azaldın...


Artık uzak bir yerde nefes alıp veriyorsun
Hiçbir şeyin hatırı yokmuş gibi
Gülümsüyorsun sahte yüzlere
Ve ben güveniyorum geri gelmeyişine
Ondan gülümsüyorum
Beklemiyorum artık seni
Senin gibisi gelmez demiştim
Senin gibisi gelmesin zaten
Bir kere fazladan öldüm
Bir kere daha istemiyorum
Ama sen
Beni düşündükçe
Unutamayacaksın biliyorum
Ve ben
Seni düşündükçe
Unutmaya başlıyorum...
Ceyhun YILMAZ (Vefa't)


16 Eylül 2011 Cuma

Eylül...

İster istemez hüznünden kaçamadığımız, hüzünle bizi sarıp sarmalayan aydır Eylül. Bir kaygı, bir tasa, bir durgunluk çöreklenir insanın içine. Nedenini bilmezsin. Bir tarafın bu durgunluktan kaçmak ister; bir tarafın da bu hüznü yaşamak. Dökülmüş sarılı kahverengili yapraklar, ağlayan gökyüzü... Kim bilir belki gökyüzü Eylül'ün hüznüne ağlıyordur. Bu nedenle hüzün yağar insan üstüne... Rüzgarı bile başkadır Eylül'ün. Yaz düşüncelerini savurur, kış düşüncelerini avucuna bırakır. Yaşadığın her yere yakışır Eylül. İçini yaz ayı gibi ısıtmasa da üşütmez. Tam tadındadır; çünkü yazdan çalınmış ılıklık vardır yüzünde. Güneşin battığı sarılı, turunculu renk bile başkadır. Ne Ağustos kadar sarı, ne de ekim kadar kırmızıdır, tam kıvamında turuncudur. Bir yaz aşkı için bitiş ayı olabilir; lakin bazısı için başlangıçtır Eylül. Hüzün getirse de bağıra basılacak kavuşmalar da getirir. Doğa yeşile küser; ben aşka küserim Eylül'de. Uğur getirmez Eylül bana. Kuşların göçüş mevsimidir, yüreğimden kuşlar göçer. Hazan vurur içimi. Bilmem kaç kırılganlık, ağlayış, ayrılık ardından hüzün çöker ruhuma. O yüzden Eylül' de en sevdiğim şarkı budur. "Mazi Kalbimde Bir Yaradır." Yaradır işte Eylül, acıtır gönlümü...
Bu da bir Eylül hikayesi, bir şarkının neden sevildiğini anlatan yazı olarak kalır Günceme... Yüreğimden dökülür, ellerim yazar.


15 Eylül 2011 Perşembe

Aşk Çarpsın Ki!!

"Şiir seni inandırsın ki; çamurda yetişip de çamur gibi kokmayanım ben; hem kök hücresiymiş Tanrı'nın hem hiçbir şeymiş gibi. Seni her şeyle; ama her şeyle yan yana sevdim... Kar taneleri gibi birbirine değmeyen, hiç dokunmadan tenim tenine seni bir dilde yeni sözcükler eklercesine, sahipsiz sokak çocuklarını nüfusuma geçirir gibi... Seni arkandan ağlayarak koşturan bir köpek gibi sevdim... Şiir seni inandırsın ki; yalanım varsa AŞK çarpsın..."

       
Beni de AŞK çarpsın!! :)

13 Eylül 2011 Salı

Günümün Sözü...

"İnsan yorulur bazen, insan olmaktan..."

Metin ÜSTÜNDAĞ

Öğretmenimsi Öğretmenler...

Sözde mangalda kül bırakmayan lakin işe gelince bir tuzluk görevi gören meslektaşlarım var benim. Ve ben onlardan nefret ediyorum. İdarecilerle arasından su sızmayan, bir hata olduğunda ben daha iyisini yaparım tavırlarında gezen pislikler kendileri. Çalışmadığınız halde bu durumu nasıl bir pişkinlikle, çenenizle örtmeye çalışıyorsunuz ben anlamıyorum. Akşam eve gittiğinde vicdan muhasebesi yapmayan; ama ayın 15'i gelince hiç bir şeyi unutmayan bankamatik öğretmenden başka hiç bir şey değilsiniz. İşin ilginç tarafı bu bankamatik öğretmenler sürekli takdir görüyor. Ne bileyim takdir, teşekkür belgesi almak olsun, maaşla ödüllendirmek olsun... Gözümüz yok Allah daha çok versin de, bi de "Bunlar için ne yaptın?" diye sorarlar adama. Öğretmenlik mesleğini çok sevdiğim halde bu saygıdan yoksun insanlar yüzünden artık sevemiyorum güzeller güzeli mesleğimi. Sürekli işi başkalarının üzerine yıkmaya çalışıyorlar çünkü. "Bana dokunmasınlar da okulda ne olursa olsun." Sen de bu okulun öğretmenisin ben de. Senin benden ne farkın var arkadaşım? Hele de okulda şöyle bi 6-7 seneyi devirmişsen ooo senden iyisi yok. "Çömezler yapsın işleri, ben artık unumu eledim, eleğimi astım" modundan çıkın artık. 
Bugünkü Öğretmenler Kurul Toplantısında yeniden yeniden yeniden... anladım ki herşey aynı. Yazık gerçekten yazık, o küçücük dimağ sahipleri sizleri örnek alıyor ya çok yazık. Başka diyeceğim hiç bir şey yok! 
En iyisi bundan sonra işini doğru yap, kimse ile muhattap olma, işine odaklan. Uzak olsun sana yarım ağız yapılan teşekkür, ödüllendirme. Öğrencilerin yaptıklarıyla, notlarıyla sana ödüllerin en güzelini, en değerlisini verir.

Güzel olduğu kadar düşündürücüdür kendileri. Bizim okuldaki bazı öğretmenlerin dışını geçtim; içinden bile böyle bir ses gelmiyordur. Eminim...

11 Eylül 2011 Pazar

Bir Pazar Gezintisi...

Yurdum insanı eğer Ankaralıysa İstanbul'un en çok bu semtini severmiş. İzmir özlemi çekenler için İstanbul bu yönde bir çalışma yapmayı düşünmüyor mu acaba? Nazım Hikmet İstanbul'un bu güzide ilçesi hakkında; "Kadıköy vapuruyla Eminönü'ne geçerken denize iyi bakın, yüreğim var orada..."demiş. Eee koskoca şair yüreğini Kadıköy İskelesi'ne bıraktıysa vardır bir bildiği değil mi? Her kesimden insanı içinde barındıran gezmelik, tozmalık, yemelik, içmelik, şöyle bir bakıp çıkmalık mekanlar bol miktarda bulunmakta efendim. Meşhur Moda Sahili, Bahariye, ortasında kanımca arkadaşlarla buluşma mekanı olarak her daim belirlenen yer Boğa Heykeli, bar sokakları ile aranan yerler arasında sayılabilir. Ki Gebze'de yaşadığım düşünülürse... Evet! Düzeltiyorum. Kesinlikle sayılır... 


Oldukça kalabalıktı bugün Kadıköy. İlk önce bir kitapçıya uğradık ve 3 tane kitap aldım. Uzun zamandır takipteydim bu kitaplar için internette belki fiyatı düşer de alırım diye ama.... Evet tahmin ettiğiniz gibi efendim. Düşmedi. Eee ne edek biz de okuma aşkı için gidip aldık. İyi de oldu hani. Kitaba verilen paraya acımıyorum. İnsanda bu kadar güzel duygu uyandıran nesne için az bile. İyi ki varlar. Kitapçıdan çıktıktan sonra Bahariye'ye doğru adımladık. Gezdik, tozduk, acıktık. Gittik yemek yedik. Fotograf çektik, güldük eğlendik. Daha çok gezdik. Ayaklarımıza kara sular inmişti ki, gidip bir yorgunluk kahvesi içelim dedik. İçtik. Muhabbete doyulmadı bugün. Kendi adıma güzel bir gün geçirdim. Ayrıntı Kadıköy'de çoktu lakin bugün tembelliğim üzerimde. bugünlük böyle olsun. Ayaklarımın ağrısı parmaklarımın yorgunluğuna yol açtı idare edive gari... Görüşürüz Güncem...

Duygu Haritası...


Çizgilerim çoğalıyor...
Aynaya her baktığımda kaz ayaklarım belli belirsiz karşılıyor beni.
Takılsa bir yerde,
Gözlerimden şakaklarıma giden yolu yapmayı kesse...
Biraz daha yaklaşıyorum aynaya,
Gülümserken çok da belli değil kırışıklıklarım.
Zaman var daha demek.
Vakit daha erken.
Aynayı kalbime yansıtırsam,
Kırışıklıklarım, kırıklarım, çatlaklarım da görünür mü? 
Bir yumruk büyüklüğünde olup bin yumruk yemişçesine kırılıp dökülmesini görebilir miyim yasımadan?
Hadi her şeyden geçtim kaz ayaklarım + 45 kremlerle geçer,
Bunların çaresi nedir?

(E.K)

10 Eylül 2011 Cumartesi

Başucumda Müzik...


" Eğer, hayatınızın herhangi bir anına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün... Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salınca
kta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın."

Pazarın Tozlu Yollarında Ekonomik Adımlar...

Ev Ekonomisi dersi şimdiki orta öğretim kurumlarında var mıdır bilmiyorum ama benim zamanımda (Evet ben de 80'li yıllar sonu 90'lı yıllar başında çocuk olanlar grubundayım. Ayrıca facebookta da bu grubu beğendim ehehe neyse...) böyle bir ders vardı azizim. Evde artık martık ne bulursak okulu çöplüğe çevirirdik. Yakın zamnda  Derya Baykal denen kadın böyle bir şeyler yapıyordu ben görmüştüm bir ara. O zamanlar televizyonda izlemiyor, biz bu olayın dersini alıyorduk. "Aklında ne kaldı peki?" diye sorarsan güncecan. Sana umursamaz bir tavırla "Hiç bir şey!" cevabını yapıştırabilirim.Teorikte bu durum hiç birşey olarak adlandırılsa da pratikte  böyle değil. Hiç ummadığın anda bu ev ekonomisi dediğimiz şey 4 tarafını çepeçevre sarmalayabiliyor. Göreve ilk başladığım yıllarda " Amaannn boşver zaten her ay kazanıyorum. Neden kazanıyorum? Harcamak için yuppii!!" şeklindeki söylemlerimin benim yanıma hiç bir kâr bırakmadığının farkına vardım. Gerçi bu farkına varış 3 sene önce oldu ama olsun. O zamanlar blogcuğum yoktu. Her neyse sevgili güncem. Ev arkadaşım ve ben kendimize göre bir ekonomik önlem paketi hazırladık. Peki paketin içeriğinde ne var? Hemen anlatayım ; Öncelikle meyve ve sebze alışverişimizi marketten ya da manavdan değil halkın arasına karışmak suretiyle pazardan yapmaya karar verdik. Dibiniz düştü değil mi? :D Biz bunca zaman pazardaki sebze meyvelerden bir haber yaşıyormuşuz :) Bugün pazara gittiğimde insanların hem iyi hem de gıcık yönlerini gördüm. Kalabalığı yararak bin bir mücadele ile girdiğimiz pazarın ilk durağı kocaman kocaman Bursa Şeftalisi durağıydı. Bir şeftali bu kadar mı güzel durur tezgahta? Duruyor işte. Ki ben şeftaliyi öyle böyle değil; çok severim. Önümde öyle çekici duruyordu ki almadan geçmedim. 2 kilo şeftalimizi pazarcıdan alarak yolumuza devam ettik. Bu arada gözlerim tezgahlarda gezindi. Güzel olan, çekiciliği olan ve en önemlisi ihtiyacımız olan her sebze meyveyi kafamda pazar şeması oluşturarak yerlerine yerleştirdim. Geri döndüğümüzde tezgahları tekrar bulabilelim diye. Öncelikle  pazar sonuna kadar yürüyüp keşif yaptık, ardından gözümüzle seçtiğimiz şeyleri almaya geldi. Biber tezgahının önüne geldim. Evde 2 kişi yaşadığımız için yarım kilo biber istedim adamdan. Adam beni küçümser gözlerle süzdükten sonra; "Yarım kilo vermem bayan." dedi.
- Ne?
-Yarım kilo vermem, 1 kilo alırsan olur.
- Ne demek vermem. Gerçekten mi?
-Evet. Gerçekten.
-Neden?
-Çünkü senin alacağın yarım kilo biber benim sana vereceğim torba parasını bile çıkarmaz.
Cevaba bak! Sinirim bozuldu ama bir şey demedim. Çünkü beni pazardan soğutmalarına izin veremezdim. içimden söylenerek tezgah değiştirdim. Aynı biberci amca gibi  patlıcancı teyze ve üzümcü amca da bu cevabı verince üzümcü amcaya patladım. :) Üzümcü amcam dünya tatlısı gülümsemesiyle "Bana neden kızıyorsunuz hanfendi!" dedi. Sonrasında halime acıdı sanırım. Ne kadar istiyorsun? Elindeki üzüm salkımını göstererek Bu yeter mi? diye sordu. Ben de patlamanın verdiği huzursuzlukla sadece başımı salladım. Sağolsun verdi güzeller güzeli İzmir üzümlerimi. Biraz da pazarcıların dedikodusunu yaparak yanından ayrıldım. Sonrasında gördüğüm elmacı amca ise bunların aksine kızım parça parça taşıma sana büyük torba vereyim dedi... Tezatlığa bakar mısınız? Gülerim ben. Dünya iyisi amca yaa :) Hep ona gitcem artık. Velhasıl kerim güncecan. Hem eğlendim, hem öğrendim. Tıpkı özlediğim bıcırık kuzucuklarım gibi. Ekonomik önlem paketimizin başarıya ulaşması için atılan adımlarım, ihtiyacımız olan sebze ve meyveleri almamızla bir arpa boyu yol gittiğimizi tasdikledi. Artık her cuma halk arasına karışarak pazarcıların bazen güler yüzü tatlı dili, bazen de somurtuk bir yüzle beni yanıtlamalarını izleyeceğim. 
Aaa bir unutuyordum. O amca yarım kilo biber vermedi ama beni kaybetti :) Ben biberimi yaşlıca bir teyzeden aldım. Oh olsun ona...
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın zamanda açarım yeniden yazılarımı sana güncecan... Öpücük, gülücük efendim... :)

9 Eylül 2011 Cuma

Nazlı Şehrimin Günü... Kutlu olsun...

 
“Sen “9 Eylül” dersin iki kelime
Ben değişen yazgı anlarım
Özgürlük anlarım, bağımsızlık,
Sen “İzmir” dersin iki heceyle
ben sevinçten ağlarım…
Tarihin başı mı dönmüş
Şimşek hızı geldiklerinde?
Şaşırmış mı toprak
Ayakları yere değmeyen atlar geçerken?
Önce deniz mi görmüş
Kavruk yüzlü neferleri?
Bugün 9 Eylül
Tam sırasıdır canlandırmanın hatıraları…
Sen “9 Eylül” dersin iki kelime
Ben onurlu bir halk anlarım
Rüzgarın çevirdiği sayfa anlarım
Sen “İzmir” dersin iki hece
Ben saygıyla ayağa kalkarım”

Bir de marşımı ekliyim tam olsun... 


Bu da alıntı bir 9 Eylül yazısı olsun. Aslında kendim yazacaktım lakin öyle güzel yazılmış ki sevgili güncem dayanamadım :) Duygular şelale yani :)


8 Eylül 2011 Perşembe

İzmir Kızı, Çiçekli Balkon Kızı >> Buyrun Benim!

 Benim de böyle balkonum olsun... Nolur nolur nolur....

Bugün doğa ana ile bir anlaşma yaptım. İlk hamlem 5 ay önce ellerimde solan güzeller güzeli siklamen çiçeğimin saksısına aloevera dikmek oldu. Eminim ki doğa ana, bahçemde olmasa da küçük saksımda bana ve çiçeğime cömert davranacak. Onu büyütecek, güzelleştirecek, çoğaltacak.  Ayaklarım toprakta olmasa da ellerim topraktaydı bugün. Enerjimin bir kısmını toprakla çiçeğime verdim. Evde büyüttüğüm menekşem bir köşeden bana göz kırparken sevgili aloeveram daha o kadar tecrübeli değil. Küçücük daha. İzmir'den özene bezene getirdiğim çiçeğim kaç gündür su içerisindeydi. Ben de bugün onu toprakla buluşturmanın sevinci içindeyim. Yarın Gebze'nin güzide ve ünlü pazarından güzel güzel çiçekler alıp kış gelene kadar balkonumda çiçeklerimle bir kalipso ruhu oluşturabilirim. Ooo la la la... Çiçekli balkonumdan daha sonra bir yazı daha yazarak bahsederim.
Bugün bir ısmarlama yazısı daha yazacaktım lakin ruh halim buna pek uygun değil sanırım. Yarın ola hayrola sevgili güncem. Görüşürüz...


Çürüsün Gelinliğim...


7 Eylül 2011 Çarşamba

Murathan Mungan - Yüksek Topuklar...

"Yorgunluk benim genel halim. Bana, 'Nasılsın?' diye soranlara, en sık verdiğim yanıtın 'Yorgunum' demek olduğunu keşfettiğim günden beri, Daha bilinçli olarak 'Yorgunum'.
Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? Beden yorgunluğu dediğinden ne olacak, iki-üç dinlenmeyle geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum!
Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; Öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum.
Tam da artık bu memlekette hiçbir şey şaşırtamaz beni sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyum..."
 
Murathan Mungan - Yüksek Topuklar 

Günümün Sözü... (Turuncu Prensesim'e)

" İnsanlar bayılır insanları kullanmaya...Çok severler bazı zamanlar.. Sevilen sevilmenin büyüsüyle anlamaz.Anladıgı zaman o artık yoktur."

6 Eylül 2011 Salı

Ruhunu Beslemek mi İstiyorsun? Dinle...


Kendileri telefonumun melodisi olur. Beni alır götürür deniz kenarına, akşam güneşine, arkadaş sohbetine, bir bardak kırmızı şarap tadına...

5 Eylül 2011 Pazartesi

Günümün Sözü...


"Elinde ne varsa hayata dair, ötesi hiç bir şey ya da vesair..!
Hani demiş ya şair;
Mutluluğu sende bulan senindir, gerisi misafir.."

Mis Gibiyiz... Tertemiz...

 Ben bugün aynada bu kadından gördüm. Evet ciddiyim... :)

"Evceizim evceizim sensin benim halceizim." demiş. Kim demiş onu bilmiyorum ama diyen iyi demiş azizim. Bilindiği gibi o kadar tatil ve eve dönüş gönderimlerimden sonra evi dipli köşeli, camlı kapılı, kaplı kacaklı... temizlemek ben ve sevgili ev arkadaşıma düşmüş bulunmakta. Her taraf toz, kir, pas... veee böcek!!! Yahu güzel Rabbim ne eylersen güzel eylersin de bu iğrenç tiksindirici yaratıkları neden yarattın? diye sormak geliyor içimden. Hiç haz etmiyorum. Bırak haz etmeyi öldürmekten bile iğreniyorum... İğğğğ!! Neyse kapatalım bu bahsi.. Ne anlatıyordum ben? Hıh tamam hatırladım :) Temizlik diyordum efendim...
Efendim! Temizlik dediğimiz eylem acele ile yapılmaz bir kere. İyi bir temizlik için sabır şarttır.Önce geniş bir leğene tertemiz su koyulur, içine yeter miktarda çamaşır suyu dökülür. Hazırlanan karışım salonun orta yerine getirilir. Bütün perdeler kornişlerinden tek tek çıkarılarak bittabi çamaşır makinesine atılır. Makine çalıştırılır. Tekrar salona dönülür. Tercihen paketinden yeni çıkarılmış klasik sarı bez karışıma batırılır, sıkılır. Camlar bir güzel silinir. Sonrasında leğendeki su değiştirilir. Mümkünse ılık ve sabunlu su haline getirilir. Önce tozlar alınır, odadaki eşyalar tek tek ıslak bezle silinir ve hemen ardından kuru bir bezle kurulanır. Yerinden kıpırdatılabilecek durumdaki her eşya çekilir, eşyaların arkası, altı, yanı süpürülür, silinir ve eşyalar yerlerine yerleştirilir, halılar, kilimler süpürülür,  yastıklar, yorganlar da dahil olmak üzere bütün ev tekstili çırpılır ve havalandırılır. Son olarak yerler süpürülür ve silinir. Oda sayısı kadar bu işlem tekrarlanır. Bir de mutfak vardır ki off off!! Valla yazarken bile yoruldum ki zaten mutfağın bir kısmını yarına bıraktık. Her neyse sevgili güncem. Bugün de temizlikle geçti. yoruldum kollarım ağrıyor. Perdeler öldürdü beni hele ev arkadaşımın bir perdesi var ki Allah seni inandırsın 56 tane korniş düğmesi var üzerinde. Oyyhh!! ömür törpüsü... Pek tabi tüm bu işleri tek başıma yapmadım. Sevgili ev arkadaşımla birlikte bu gece mis kokulu, tertemiz uykulara yelken açacağız. Kıskandıysanız. Buyrun efendim kolay gelsin. Cefa çekmeden sefa sürmek yok bizde. 
Okul bugün kavuşma heyecanları ile doluydu. Öpüştük, kucaklaştık, konuştuk, gülüştük. Eğlenceli güzel bir gündü. Yarın için hemen bir etkinlik düzenledik. Kahvaltımız var a dostlar! :) Özlemişim arkadaşlarımı. Yarın da Aslım ve Yeşom gelcek. Yaşasın! 
Günün konusu temizlik hallerini yarına bitireceğimi umuyorum. Görüşürüz canlar. Ahhh! çok yorgunum... :)

Not: Bugün bütün gün bu şarkıyı dinleyebilirim... Hangisini derseniz... Ahanda bu.


"Milletin taliihi nazar boncuklu,
Ben sevdim ellere piyango vurdu."

Evim Evim Güzel Evim, En Rahat Yerim, Yerim Ben Seni Yerim...


Beşeroğlu sıkılır, bunalır. Bir şeye alışması, artık yadırgamaması çokça zaman alabilir. Bunaldığın an atıverirsin dışarıya kendini. Bunun neticesinde olay mahallini terk etme durumu söz konusu olur. Bu durumun gerçersiz olduğu tek yer insanın evidir. Beşer kişi eğer bir yere ev derse; bu buranın her bir yerine alışılan, vücut hücrelerine ilmek ilmek işlenilen bir yer olduğu anlamına gelir. Gel zaman git zaman yaz olur... Tatile çıkalım. Hadi! :) Bilet, yan koltuktaki çenebaz teyze, muavin, devamında şıpıdak terlik, deniz, kum, güneş... Gezer gezer helak olursun. Hava sıcaktır. Yine de "Oh be dünya varmış!" Deniz ve mehtapla kanka olursun. Eğlence eğlence... Amaaaa sanki kendi yatağın daha mı rahattı? Sivrisinekler de var burda... Düşüncelerini kovuşturursun. Zaman bu tabi çabucak geçiverir. İş var güç var. Haydiii başa dönüyoruz... Bavul, bilet, teyze!! Boğucam seni teyze... Bi sus! bi sus! öhöm öhöm neyse... Evin önündesin sonunda... Bavulunu sürüne sürüne çıkar. Çantandan binbir güçlükle anahtarını bul. Kapıyı açıp içeriye girdiğinde ilk söylediğin sözdür... Acaba nedir nedir? "Evim evim güzel evim, en rahat yerim, yerim ben seni yerim..." Evindesindir artık. Etraf örümcekli ve tozlu olabilir. Olsun varsın. Aç bakalım televizyonu ne varmış? Yayıl kuzum yayıl!! :) 
Demek ki neymiş? İnsanın evi gibisi yokmuş. Tatilin anlamı sözlüklerde dinlence diye geçse de asıl anlamı yorgunlukmuş. Bu da böyle biline... 
Yarın iş var. Uyku girdi bedene. Evine hoşgeldin Elifcan... Yeni güncelerde buluşmak üzere... Öpücük, gülücük :)

4 Eylül 2011 Pazar

Yolcu Yolunda Gerek...


Kendim için kadeh kaldırıp bu şarkı ile vedamı ederim arkadaş!! Hadi bakalım :)

3 Eylül 2011 Cumartesi

Tatil Dönüşü Sendromuna Girdim, Çıkıcam...


Sabah kalkarsın, yüzünü yıkarsın. Dolapta yaklaşık 2 aydır bekleyen siyah kumaş pantolonla uzun süre bakışırsın. Derin iç geçirerek bacaklarını sarıp sarmalamasını izlersin. Üzerine yine aynı dolaptan klasik bir bluz... Bluzu giyerken yanmış boyun ve omuz bölgesi, mayonun izi sana tatilden yeni gelmiş olduğunu hatırlatır. Eğilir çorap çekmecesine ince çorabını alırsın simsiyah ayaklarını fark edersin. Çünkü muhtemelen tatil boyunca çorapsız gezmiş ve ayaklarına hiç bakmamışsındır. Makyaj yapmak için aynaya bakarsın hafif kırmızı yanakların tatil güneşinden kalmıştır. Derin bir nefes daha... Makyajın biter, ayakkabılarını giymek için ayakkabılığa yöneldiğinde parmak arası terliklerin tüm kumu ile sana kocaman gülümser... Sen de ona gülümsersin. Ayakkabılarını giyer otobüs durağına gitmek için yola koyulursun. İnsanlarda bir telaş... Sabah trafiğine girersin, rutin yolda olan değişikleri görmek için pencereden dışarı bakarken içinden "Tatil neden bitti" diye isyan edersin. Bir yanın da şükreder Allah'a en azından işim var diye... İşe varılınca dünya tatlısı arkadaşlarına sıkı sıkı sarılıp kısa gülüşmeler, öpüşmeler yaşarsın. En güzel yeri burasıdır. Tatilinizi nasıl geçtiğini soranlara "Çok güzel" derken tekrar için burulur. Bu içinden arkadaşlarla tekrar tatile çıkma fikri gelir. Bu isteğin yüzünden tepine tepine ağlamak istersin deeeee olmaz... Günü bu ruh hali ile bitirip yarın için daha farklı olacağını düşünerek uykuya dalarsın. Tatil dönüşü sendromunun fazla süreceğini sanma. 1 okulun daha tamamlanmamış olması, 2-3 korna sesi; üzerine de yıllık plan, zümre, şube toplantı tutanakları arasında bir kayboluş oldu mu tamamdır. Yeni sezona hoş geldin!!! 

Tatilden dönüsen de güzel zamanlarının sonu gelmez. Gülümse!! Gülümse ki içindeki yaz bitmesin...

Yeni bir yıl beni bekliyor. Valizlerim hazır. Onlar giysi dolu, ben enerji doluyum. İzmir'i 2 ay daha göremeyeceğim. Ama olsun alıştım artık sanırım. O kadar çok koymuyor artık gitmeler. Her otogara gidişimde ayaklarım geri geri gitse bile koymuyor. Eskiler demiş ya; "İnsan doğduğu yerde değil doyduğu yerde mutludur." diye. Evet artık mutluyum Gebze'de. 5 yıllık aşk anılarım beni üzse de orada. Kendi adıma toparladığımı düşünüyorum. Aşk anılarım beni mutsuz etse de diğer anılarım bu yükü azaltıp beni mutlu etmeye yetiyor. Her geçen yıl biraz daha alışıyorum. Bunun sonu ne zaman gelir? Kim bilir? Gebze'den bildirmek üzere güncem...

2 Eylül 2011 Cuma

Aile Saadeti Motifiyle Süslü Bayram Güzellemesi...

Çam ormanlarıyla kaplı, dağların denize dik uzandığı,  Ege Bölgesi'nin en güzel koylarının bulunduğu 2 güzel yete gittim bayram tatilinde. Deniz, kum, güneş, bayram şekerlemesi, aile saadeti tadında bol yüzmeli, eğlenmeli bir bayram geçirdim :) Urla ve Özdere... Mis gibi hava, alabildiğine masmavi gökyüzü, bembeyaz bulutlar, mavili yeşilli deniz, yosun kokusu, sapsarı insanın içini iliklerine kadar ısıtan güneş, renk renk çiçekli yollar, günün tam da anlam ve önemini belirtmek üzere Bayram Şekeri kıvamında bir tatildi. Birkaç naçizane fotoğraf çektim, onları da iliştirivereyim de zamanın birinde açıp okuduğumda anımı tazeleyeyim...

 Salıncak üzerinde Gün batımı izledim...

  





 Şezlonglarda uzanıp uzanıp güneşlendim...

 Serin serin sulara attım kendimi.Nefes nefese dubalara çıktım. Dubalardan balıklama, çivileme atladım.


Vee ufukta beni Gebze bekliyor... Bu kadar uzun tatilden sonra Gebze'nin o soğuk gri yüzünü görmek beni korkutsa da dünya tatlısı arkadaşlarımın varlığı ile pek tabii huzur bulabiliyorum. Her şeye rağmen evimi özledim, ev arkadaşımı, iş arkadaşlarımı, gezmeleri, tozmaları, kimseye hesap vermeden çıkmaları, canımın istediğini yapmaları özledim.
Pembe valizlerimi hazırlayıp ayın 4'ü için yollara düşmeliyim. Bıcırıklarım beni bekler...