23 Aralık 2012 Pazar

Seni Özlemek...



Sen özlemek nedir bilir misin ?
Sesini özlemek ,
Gülüşünü özlemek …
Dokunmasan da tenine,sen onda ki sıcaklığı hisseder misin içinde ?
Sen bilir misin peki sevmeyi ,
Uzaktan sevmeyi
Elini bile tutamadan sevmeyi …
Sevmek daha önce bu kadar anlamlı oldu mu senin için ?
Ya mutluluk desem sana 
Senin için ‘Bencillik ‘yok oldu mu hiç ?
Onun mutluluğu mutlu etti mi seni ?
Peki ya onun hüznü, senin acın oldu mu ?
Ben bilmezdim özlemeyi, sevmeyi
Bencildim ben
Benim mutluluğum benimdi sadece
Ta ki bana inat gelene kadar hayatıma .

11 Ekim 2012 Perşembe

...

Vücudundaki ağrının çaresizliğinden ağlayan annenin sesi, bir yumruk büyüklüğünde olup bin yumruk yemişçesine sızlatır insanın yüreğini. Göz yaşlarını akıtırken "Kimsenin umrunda değilim." cümlesini duyarsın ya hiç bir zaman gurbette olman sana bu kadar koymaz. Sesini duyurmamak için yutuyorsa hıçkırıklarını daha bir dayanılmaz olur. Sarılmak istersin ama aranda lanet kilometreler vardır.

16 Eylül 2012 Pazar

Aslında Denizin Dibi, Yapıp Attığımız İyiliklerle Dolu...


Mutluluğun o aranıp duran formülüdür iyilik yapmak. Şarkılarda pek bahsedilmez ama iyiliktir insana mutluluğu aşılayan.

Elinizde aslında size ait olmayan ama sizin gibi duran, birilerinin sizden daha fazla ihtiyaç duyduğu şeyler varsa ve bunu biliyorsanız hiç durmayın. Hayatın koşturmacası içinde "Ah!kendime bir vakit ayırabilsem, geleceğim için, gelecekteki ben'in mutluluğu için birşeyler yapabilsem!" deyip duruyorsanız, iyilik yapın. Birine yapılacak iyilik için harcadığınız vakit bilin ki aslında kendi mutluluğunuz için akıyor.

Huzurun yerini arıyorsanız eğer mutlu ettiğiniz, birlikte oyun oynadığınız bir çocuğun gözlerinde,",Yavrum,bir bakar mısın, ben kullanmayı beceremiyorum, ayaklarım tutmuyor, beni şu asansörle beşinci kata çıkarabilir misin?"diyen 70'lik ninenin sözlerinde, "Bana bir bardak su getirir misin?"diyen annenizin yüreğinde yaşıyor o.
İyilik yapın, ufağı ya da kocamanı yok. Yaptığınız her iyilik kendi iyiliğiniz için, kendiniz için bir iyilik yapın... Öperim şapır şupur... :) Gülümsemelerle kalın :)

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Günümün Sözü


Mesafe; “Hadi gel sarılalım.” diye bir mesaj geldiğinde önce kocaman gülümseyip sonra içinin acımasıdır.


28 Ağustos 2012 Salı

Mevsimlerden Ben...

Uzun zamandır yazmıyorum Güncem. Biraz yoğunluk, biraz istememezlik, biraz durgunluk, biraz monotonluk işte v.b. Vel hasıl kerim :) geldim. Hoş geldim. Pazar günü dönüyorum. Yeni eğitim öğretim yılı için hadi bakalım! Başlayalım...


İlkbaharım.
Hep güneşliyim, ancak yağmurum bir anda iner.Islatır, dağıtır, herkesi kaçırır. Sonra yine güneş açar, ancak ortada kimse kalmaz. Cıvıl cıvıl, neşe dolu; fakat bir şekilde yalnız. Hep olur olmaz zamanlarda yağan yağmurlar yüzünden.

Yazım.
Sıcak, yakan, arzulu. Açık bir hava. Kararlı bir gidişat. Kimi zaman bunaltıcı. Alışmalısın, başka çaren yok. Bir kere tadını aldın mı çok güzel mevsim aslında. Herkese kapısı açık.

Son baharım.
Hiç geçmeyen bir hüzün içinde. Güneşli olsa da soğuk. Rüzgar uğultusu. Konuş, anlat.

Kışım.
En sonunda yalnız kalanım. Kendi içinde üzgün olanım. Soğuğum, kafam atınca buzum. Dokunulmaz, ulaşılmaz. Orada görüyorsun, ama yok aslında.
Ben buyum, bunlarım. Birisiyim, hepsiyim. Azım, çoğum.
Denge noktası, dengesizliğin uç noktası.
Ben varım, yaşıyorum, hayattayım.
Ben yokum, öldüm, hiç doğmadım.
Her şeyim, hiçbir şeyim.
Sevgiyim, nefretim.
Ben, benim.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Sevgili Güllük, Bazen...


"Sevgili güllük,

İnsanlar sabahları uyanırlar. Güneş sabahları doğar. İnsanlar işe giderler. Ayakkabı giyerler. Bazen lacivert, bazen siyah, bazen beyaz arabalara binerler. Bazen de kahverengi ayakkabı giyerler. Hava vardır. Su vardır. Bazen yağmur ya da kar yağar. Kış vardır. Kışın hava erken kararır. Evlere gidilir. Çorba içilir. Şeftali yenir. İnsanlar pazen ya da başka kumaşlardan dikilmiş pijamalardan giyerler. Pikniğe gidilir. At vardır. En çok kahverengi ya da ona yakın renklerde atlar olur. Bazen taksi tutulur. Kuşlar havada uçar. yer vardır. Ona basılır. Yaz olunca denize girilir. Balıklar yüzerler. Yeşil vardır."

1 Temmuz 2012 Pazar

Rakı İçince...

Biliyor musun?
Hep rakı içince oluyor böyle şeyler 
Yani rakı içince özlüyorum seni 
Tuhaf ellerini 
Hep rakı içince kıyılıyor içim 
Şiarım değişiyor sokakta 
Ben rakı içince biliyorum 
Yapabiliyorum her dileğimi 
Hep rakı dolunca bardağa 
Kalkmayalım istiyorum masadan 
İşlemeye başlıyor insafsızca 
Cam bardakta rakıdan zaman 
Tek buz düşünce bardağa oluyor böyle şeyler 
Yani dökülüyorum sana 
Güçleniyor söyleyemediklerim 
Buz eriyor suyunda 
Biliyor musun? 
Hep rakı kokunca hava oluyor böyle şeyler 
Kalkıp geliyorum sana 
Evinde benim köşem 
Hala boyamadın ya? 
Sonra gariptir 
Rakı içince oluyorum böyle 
Biraz küçük biraz deli 
Babamı hatırladığımdan mıdır bilinmez 
Ellerim hep daha yeni 
Tası tarağı topluyorum ilk yudumda 
Düşünüyorum sonra 
Hayat dediğin bir tas bir tarak nasıl olsa 
Toplarım sonra 
Bi kadeh daha yollasınlar bana 
Efkar dedikleri şeyi 
Rakının yanında getiriyorlar 
Katıksız meze gibi 
Efkar dediğin şey mi 
Böylesi bağlıyor bizleri 
Ne kadar çok gülebiliyoruz o gece 
Bu nasıl bir efkar bildin mi? 
İşte hep rakı içince oluyor bana böyle şeyler 
Yani rakı içince özlüyorum seni 
“sen” dediğim kim mi? 
Bir rakıda kaç tane “sen” var bilebildin mi? 

JEHAN BARBUR NİSAN 2010

28 Haziran 2012 Perşembe

Günümün Sözü


Gece çok susayıp buz gibi suyu boğazına döküvermekti seni sevmek, öylesine kana kana... Sonrası mı? Sonrasında bana kalan bademciklerimin şişmesi oldu. Kalbim şişmedi ama çok kırıldı... 

26 Haziran 2012 Salı

Anlatmadan olur mu?


Biriktirmiş olabilir misin sahiden?

Çokça şeyi.

İçinde. 

Derinde.

Üstelik sen bile bilmezken bu kadar derin olduğunu.

Uzunca susup, sayfalarca konuşmak isteyebilir mi insan?

Yılları geçtim sanırken birden en başa dönebilir mi?

Bir kelimeyle; bıraktığı, unuttuğunu sandığı günleri anımsar mı?

Olurmuş.

Ne oluyor aslında biliyor musun? 

Yaşadığım onca acının bir anlamı yokmuş gibi geliyor. 

Sanki sadece sınanmışım gibi. 

Tanrı öyle kalıp kalmayacağımı, değişip değişmeyeceğimi merak etmiş gibi.

Bunun için o kadar acı çekmişim gibi.

Unutacaksam, hatırlamayı istemeyeceksem neden yaşadım o acıları?

Neden girdi o insanlar hayatıma. 

Yaşadığı hiçbir şeyden pişman olmayan insanlar varmış ya. 

Yalan.

Kabullenmiyor beynim bunu. 

Düşünüyorum da.

Mutsuzluk, mutluluktan çok daha kolay aslında. 

İnsan karanlığı seviyor bir yerde. 

Dibin daha dibi yok çünkü.

Ama; çoğu şey düzelmeye başlayınca, çoğu insan daha da çok yakıyor canını. 

Daha çok incitiyor. 

Yükseklere çıktın, gülümsedin diye çok daha aşağı inmeni istiyor.

Dipten de dibe.

İşte böyle anlarda geçmişteki acılarının tecrübesi kalıyor elinde. 

Acının tecrübesi olur mu bilmem. 

Sonuçta aynı acıları hayatının her döneminde çok büyük bir mutsuzlukla yaşıyorsun.

Hayatındaki hiçbir acı; sen beni daha önce yaşadın, bu sefer daha az kanayacaksın demiyor sana.

Sadece daha kolay kabulleniyorsun.

Her neyse, bilmiyorum.

Ben aslında hiçbir şey bilmiyorum bunca yığın arasında. 

Belli şeylerle yaşıyorum yıllardır. 

Belli insanlar, belli eylemler, belli mekanlar dahilinde.

Ve her şeye rağmen en sevdiğim yine kelimelerim oluyor. 

İnsanlara, olaylara ve durumlara göre değişiyor. 

Ama hiç gitmiyor. 

Hem söz vazgeçer mi insandan?

İnsan yaşayabilir mi anlatmadan?

19 Haziran 2012 Salı

Of Ki Ne Of!!

9 Ay doğacak diye bekle, doğsun, aç kalmasın, üşümesin diye gece 20 kez kalk, hasta olmasın diye üstüne titre, yeme yedir, giyme giydir, gözlerine bakmaya kıyama... Bir kahpe kurşuna yavrunu toprağa ver...


Ülkem'de her şey yanıyor; gencecik evlatlarını henüz 20 sınde toprağa veren anaların yürekleri , ormanlar , oteller , cezaevleri..! 
Ateş düştüğü yeri yakıyor arkadaş..! Başımız sağolsun diyorlar, terörle mücadelede kararlılığımız devam ediyor diyorlar, kalabalık ve silahlıydılar diyorlar... Ne kadar kolay söylüyorlar ve bu söylemle tatmin olmamızı bekliyorlar..! 


Hangi ananın başı sağolur? 
Yarın bir gün güzel öldü derlerse hiç şaşırmam... Yazıklar olsun..

10 Haziran 2012 Pazar

Öğretmenliğin Acı Yönü...

Sessizlik bazen iyi değildir, hem de hiç iyi değildir. Hüzün kelimesiyle eş değer olur o zamanlarda. Sınıf kapısından içeri girdiğinde "Öğretmenim!" diye kimse şikayete başlamaz, fısır fısır konuşmalar olmaz. Sınıfta unutulmuş bir kaç kitap, defter, kalem sahipsizdir. İzin almadan sınıfın ortasına çıkıp "Bu kimiiiiiiin?" diye soran olmaz. Sessizlik ağırdır. taş gibi, ağır bir kaya gibi oturur kalbinin tam üzerine. Boğazın düğüm düğüm olur o an. Sessizliği değil de ilk kez konuşmalarını istersin bıcır bıcır, "Konuşmaaa!" diye uyarı çektiğin anları değil de etrafında her birinin ayrı telden çalmasını istersin. 
Ana kucağından gelmişlerdi bana, 4 yıl boyunca emek verdiğim dünyadaki en değerli varlıklarımdandı. Bir çoğunun ayakkabısını bağladım, kızların saçlarını ördüm, bağladım, beslenme saatinden sonra yüzlerinde kalan çikolata, ayran kalıntılarını sildim yüzlerinden. Önlüklerini ilikledim, her birinin yarasına pansuman yaptım, zaman geldi öptüm, geçti... 4 yıl boyunca elimde büyüdüler. Öyle zor geliyor ki şimdi yeniden yeni öğrenciler almak. Ne zormuş, ne acıymış... Ağlayan yüzleri gözümün önünde ben ağladıkça onlar, onlar ağladıkça ben... Hala yarın sabah okula gittiğimde yüzlerini görecekmişim geliyor. Gülümsemelerle güncem... Daha neşeli, daha güzel günlerde görüşmek, gülüşmek dileğiyle... İçimde çöreklenen ayrılık acısı belki biraz hafiflediğinde... Hoşçakal...


Bu sabah titreyerek sınıfa girdim
Çocuklarım, yavrularım yok bugün.
Ne “günaydın” diyen var, ne “öğretmenim”
Çocuklarım, yavrularım yok bugün.


Sıralarda kimse yok, hepsi boşalmış
Sanki bir hüzün var bahçede bile
Sizden ne bir nefes, ne bir ses kalmış
Teselli aradım ,ben, ama nafile!


Beş yıl nasıl geçti bir rüzgâr gibi!
Yılları ay, ayları gün ettiniz
Bir tek güne sığdı o yıllar sanki
Sonunda siz de beni koyup gittiniz.


Geçen yıllar geri gelsin isterim
Yine durun, sıralanın karşımda.
Üzün yine beni eskisi gibi
Yeter ki bulunun yanıbaşımda.


Sizle beraberdim, sizleydim her gün
Bilmem şimdi günlerim nasıl geçecek!
Hiç tadı, neş’esi kalmadı ömrün
Bana kimler “öğretmenim” diyecek?


Mini mini yavrular getirin bana
O zaman bu özlem belki de biter.
Çocukları gitmiş bir öğretmeni
Ancak başka çocuklar teselli eder.


“Şaka yaptık” deyip,çıkıp gelseniz
O zaman dünyalar benim olacak.
Zararı yok, yaramazlık etseniz
Bundan bile gönlüm çok haz duyacak.


“Fatih, Özge, Murat” diye seslendiğimde
“Buradayım” diye cevap verseniz. 
Biriniz, üçünüz, beşiniz değil
Eksiksiz hepiniz geri gelseniz.


Farkım yok susuz kalmış bir değirmenden
Oyuncağı kaybolmuş çocuk gibiyim.
Issız, kızgın bir çölün tam ortasında
Herkesten, her şeyden uzak biriyim.


Haydi gelin, koşun bana çocuklar!
Bir daha bir daha kucaklaşalım
Öyle ayaküstü değil, onlarca defa
Sizinle yeniden vedalaşalım.

29 Mayıs 2012 Salı

Gece İyi Geçmiyorsa...

Biraz önce blog sayfamı açmış bir yandan ne yazacağım düşünürken bir yandan da Sertab ERENER'den "Aldırma deli gönlüm" ü dinliyordum. Ardından da "Unutursun"... Gözlerim dolmuştu ki telefonuma bir mesaj geldi. Benim öyle değerli can arkadaşlarım var ki... Onlarla hayat güzel inanın. Noktasına virgülüne dokunmadan aktarıyorum. 
"Mevlam seni hiç yalnız bırakmasın, içindeki imanla ısıtsın, uçurumlardan düşmemen için her zaman ellerinden tutacak, günahlara karşı koruyup kollayacak melekler tayin etsin. Mevlam seni o kadar çok sevsin ki kötü niyetli insanlardan korusun, uzak tutsun. Yaşanabilecek tüm güzellikleri sana versin, ömrünü ay gibi parlak, gözlerini güneş gibi ışıltılı, yüreğini ve yuvanı her daim sımsıcak eylesin. O birdir ve tektir. "Ol" der ve her şey olur. Senin huzurun ve mutluluğun için "Ol" desin. Amin... Seni çok seviyorum. İyi geceler, huzurlu uykular."
Daha güzel bir iyi geceler mesajı olmaz. Kalpten, içten. İyi ki varsınız güzel arkadaşlarım. Benden uzakta da olsanız, bu durum hiç değişmeyecek... İyi ki varsınız... En sıcak gülümsemelerimle kucaklıyorum sizi :)

24 Mayıs 2012 Perşembe

Kaybettiğim Değerlime...



Ey güzel Allah'ım nasıl da denk getiriyorsun.... Günümün sözü kesinlikle budur... Nedenini bilmeden kaybettiğim değerli bir arkadaşım için gelsin... Çok üzüldüm... Çok çok üzüldüm... Öyle gerekiyordu, böyle oldu :(

"Unutamıyorsan umursama; 
Çünkü hayat değil, sen hayatı üzmelisin. 
İşte bu yüzden altını çizdiklerinin bazen üstünü çizmelisin."


~ Bob Dylan ~

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Günümün Sözü...



Düşünceli olun,,
çünkü karşılaştığınız herkes, inanın en az sizin kadar zorlu bir mücadele veriyor...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Eğer Anne Olursam...


(Ne güzel bir anne badisidir bu! Bayıldım :) Ancak bu kadar güzel anlatılabilir)

Meyve püresi yedirmeye çok özeniyorum ben. Şeftali olur, muz olur, elma olur... rendeleyip yedireceğim. Belki biraz havuç ya da haşlanmış sebzeler... Küçücük ağzının kenarına bulaşan pütürleri kaşığın ucuyla alacağım. Yedirmek için şarkılar söyleyeceğim, türlü şaklabanlıklar yapacağım karşısında... Biraz büyüyecek, kendi elleriyle yemeye başladığında ona tüm sevgimle "O tabak bitcek!" diyeceğim. 

19 Mayıs...


Bugün 19 Mayıs; bugün Atatürk'ün ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin doğum günü, bugün gençlerin bayramı! Atatürk öyle bir liderdir ki 1927'de dahi gelecekte olabileceklere karşı uyarmıştır milletini. Gençlik Hitabesi... Okuyun, okutun. İçindeki derin manayı anlayın, anlatın... Kutlu olsun!!!

"... Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"

Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Gelincik Çiçeği...


Sevginin yeri yurdu olmadığı gibi sevgilinin de yeri yurdu yoktur tıpkı gelincik çiçeği gibi dağlarda, kırlarda, yol kenarlarında açmak için vücut bulduğu her yerdedirler… Narindirler, kırılgandırlar, zariftirler… Tıpkı sevgili gibi dalından koparınca ya da incitince kırılırlar, süzülürler, solarlar, boyun bükerler… Kıymetlerinin bilinmesini ister hassas davranılmasını bekler her ikisi de… Ve benzerler birbirlerine özellik olarak bu yüzden, aslında biri kırların, dağların diğeri ise gönlün çiçeğidir…

Live İn The Moments...



"Hayatta ne yaparsan yap, önemsiz olacaktır. Ama senin yapman çok önemlidir. Çünkü başka kimse yapmayacaktır. Aynı, biri senin hayatına girdiğinde bir yarının 'Hazır değilsin' diyip; diğer yanının 'Onu sonsuza kadar senin yap' demesi gibi..." 


"İstasyona gidip bir bilet alabilir, sonra trene atlayıp, bambaşka bir yere gidebilirdim. İçimden geçtiğim tüm o şehirleri, rayların cızırtısı eşliğinde izleyebilirdim. Bir yerlerde bir ev tutup, ön yargılı bir toplum ve bize biçilmiş rollerin uzağında, yeni bir hayata başlayabilirdim. Belki de şansım yaver gidip,yeni insanlarla tanışabilirdim. konuşacak yeni insanlarla… Tatmin edici bir maaş alıp, üstüme başıma pahalı kıyafetler çekebilirdim. Belki orada bir kızla tanışırdım; birbirimizi seveceğimiz bir kızla. Birlikte bolca zaman geçirebilirdik; sadece ikimiz… Geç vakte kadar yataktan çıkmadan,geri kalan her şeyi unutarak, anladığımız dilden konuşabilirdik. Belki kavga eder, sonra çözerdik.konuşup anlaşıp, yolumuza devam ederdik. Deniz kenarına arabamızla gider, kendimize bir ev alır, çocuk yapardık. Sevimli, sağlıklı çocuklar… Onları çok severdim. onlara bir yuva ve baba sıcaklığı sağlardım. Muhtemelen gecenin bir yarısı uyanıp, seçimlerimi ve aşkımı sorgulardım. Kör karanlıkta sokakta biraz yürür,geçen arabalara bakar,yapayalnız halimle soğuğu iliklerimde hissederdim. Sonra yatağıma döner, ona sarılır, hem kendimden hem de karanlıklarımdan tiksinirdim. Sonra sisin ardında bir şey görürdüm.geldiğim yeri özlerdim. Doğduğum yeri,memleketimi… Belki hayatımı orada sonlandıracağım. Belki benim seçimim budur. Belki hiçbir yere gitmeyeceğim, burada kalacağım… İşte benim seçimim bu, seçimim bu…"

(Remember Me-2010)

15 Mayıs 2012 Salı

Arkadaş Can Yakar Mı?


Kimi zaman anlamsız tartışmalarla, kimi zaman ayrılan yollarla ve artan mesafelerle, kimi zaman da bile bile acıta acıta yok olan arkadaşlıklarım var benim. En acısını da yıllarca herşeyimi anlattığım dostumun aslında sandığım insan olmadığını anladığım zaman yaşadım. Bu acı, ne aşk acısına ne de başka bir şeye benziyor. Hayatın gerçekten can yakan bir şey olduğunu tecrübe etmeme neden oldu. İçimden kopup giden parçaların sızısı geçmek bilmiyor olsa da yine anlıyorum ki zaman her şeyin ilacı. İlerde belki buruk bir gülümseme olur suratımda... Yaralar sarılır, yola devam edilir ne edek...
Gülümsemeyle kalın...

11 Mayıs 2012 Cuma

Günümün Sözü

Eğer güzel gözlerin olmasını istiyorsan, insanlara iyilikle bak.
Eğer saçların güzel olsun istiyorsan, bırak çocuklar ellerini geçirsin saçlarından.
Ve güzel dudaklara sahip olmak için, sadece güzel sözler söyle.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Hint Felsefesi...

KURAL 1: "Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur,... hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.

KURAL 2: "Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile
değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir."

KURAL 3: " İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

KURAL 4: "Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun
bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir."

6 Şubat 2012 Pazartesi

Güle Güle Tatil... Seni Özleyeceğim...

Ve tatil biter, sendrom başlar...Yalnız pazartesi değildir korkulan; tüm haftaya hatta aya bulaşmış bir kurum gibidir. Eline yüzüne bulaşır...
Hoşgeldim Güncem... 
Gülümsemelerle... ^_^

5 Şubat 2012 Pazar

Günümün Sözü...

Konuştuklarımız başlangıçta her zamanki gibiydi, birbirimizi kavrıyorduk, ele geçiriyorduk...

Sonra sonra işin can damarına geldik... Durdum.
Benden söz açmıştı, beni bulmaktan... Durdum.

... 'Sen zaten arıyordun' dedim, 'bir şeyler arıyordun' dedim, 'onları bulmaya hazırdın' dedim ... o zaman karşına ben çıktım, hazırdın bulmaya...

Bende buldun o aradığını.
Bende görmek istediğin, bulduğun şeyleri bulmaya hazırdın...

* Bilge Karasu

2 Şubat 2012 Perşembe

Günümün Sözü

“Ardına bakmadan çekip gidenlerin peşine düşmek için yaratılmadık biz.
 Bir görünüp bir kaybolmak ayın ve yıldızların işidir.
 Sen insansın...
 Hatırladın mı?”

28 Ocak 2012 Cumartesi

Canım Babam...


Babamın küçük kızıydım ben. Elinden tutup bakkala götürdüğü, şeker alıp mutlu ettiği küçük kızı. Küçücük bir kızdım ben; kanayan dizleri olan, pembe pembe elbiseler içinde saçı iki yana örülüp prenses ilan edilen. Yetmedi bana bu mutluluk büyümek istedim. Ve bir gün geldi büyüdüm. Babam artık elimden tutmuyor, şekerle alınacak bir gönlüm bile yok. İnsan kanayan dizlerini özler mi? Ben özledim...

23 Ocak 2012 Pazartesi

Hızlı Yaşam...

Ayyhh allah seni inandırsın şu geçirdiğim son bir hafta o kadar hızlı geçti ki anlatamam sevgili güncem. Karne hazırlığı falan filan derken bitti, geçti ... İzmir'e hızlıca geliş yaptıktan sonra babam ve devreleri ile yenilen yemek ardından da Miniğim ile Forum Bornova gezmesi. Oldukça hızlı yeşadım bu hafta. Bugün haftanın başı ama benim umrumda değil. :) Neden? Çünkü tatiiiiilll :D heyyooo :) Bugün sevdiceğimle de konuşmuşum ohh değmeyin keyfime :) Tatil olduğu için sevgili güncem bu kadar yeter.... Yeni olaylarda, durumlarda görüşmek, gülüşmek dileğiyle. Muahhoo :) Elifcan gülümsemelerle kucaklar seniii :)

Forum Bornova :)

19 Ocak 2012 Perşembe

Günümün Sözü


Merhaba, ben Türk 
Ne zaman adımı söylesem faşist diyorlar. 
Peki neden, neden onlar; 
Kendi adını söylediklerinde demokratlar?

17 Ocak 2012 Salı

İzmir Kadını...


İzmir kadını; gezmeyi sever. Fuarda ''çocuk''tur, Kordon'da ''kokoş".
 Zariftir; çekirdek demez, çiğdem der; mısır diyen satıcıya "darı o" diye efelenir. Temizlik kloraktır. Sabahları kahvaltısında bazen boyoz, bazen de gevrek yer. Sinemaya tek gitmez. Kumruyu bir cins kuş sananlara, her kuşun etinin yenmeyeceğini cok güzel öğretir.Canı isterse herseye bir kulp takabilir. Benjamin Button gibidir yaşlandıkça gençleşir.Yediği balıktan, tuttuğu takımdan,
 sevdiği adamdan asla vazgeçmez. İçince sapıtmaz, eğlenmeyi, gülmeyi bilir... Denizi görmezse yapamaz. Geliyorum dedi mi gelir, gidiyorum dedi mi gider ! Nereye giderse gitsin İZMİR'i över ve elbet bir gün yine İZMİR'e döner.....

16 Ocak 2012 Pazartesi

Mutluluk Listesi...

Telefonu "canıııım" diye açan sıcacık bir ses,
Ayakların yere hiç değmediği zamanlar...
Aşık olmak...
Evdeki huzur..
İzmir!!
Plateste istikrarlı ve başarılı bir çalışmaya daha imza atmak,
Hediye almak, hediye vermek,
Aylardır giyilmeyen pantolonun cebinde para bulmak,
Harcanan emek sonrası öğrencilerinin seni gülümsetmesi, yanından zıplayarak ayrılması...
Beşiktaş'ın gol atması, bunu çıplak gözle görmek, önce bir çığlık atmak sonrasında en yakınındakine sımsıkı
sarılmak...
Tüm sahip olunan şeylere şükretmek,
Annemin güzel elleriyle yaptığı yemekler,
Bardağın dolu tarafını görebilmek
Harika insanlarla iş arkadaşı olmak, onlarla kahkaha krizlerine girmek, tabu oynamak...
Kilo vermek :)
Enesciğin dünya tatlısı gülümsemesine şahit olmak,
Fotograflarda mutlu anlar yakalamak,
"Günaydın!" demek,
Doğru hamle yaptığını öğrenmek...
"Bugün hava ne kadar da güzel!" diyebilmek, havayı içine çekmek...
"Damak" çikolatasını büyük bir hazla yemek...
Yitirip yitirip bulmak...
Yeni bir şey almak...
Beni okaliptüs ağacı sanarak, tıpkı bir koala gibi belime belime dolanan 1. sınıf öğrencileri...
Bulaşık yıkayan annenin beline dolanan babanın kollarını uzaktan uzağa izleyen bir çift göze sahip olmak...
Kar yağdıktan sonra sokağa çıkıp gözüne kestirdiğin, dalları kar dolu ince tarafından bir ağacın altına
geçip onu var gücünle sallamak, kendi kar yağmurunun altında kalmak...
Yüreğinin götürdüğü yere vardığında doğru kararı verdiğine şahit olmak,
Bir insanın yüzünde bir gülümse yaratabilmek...
"İce Age" izlemek,
Ev yapımı pasta yapmak,
İstanbul!!
Kıştan yapılan yaz tatili planlarının tam da planladığın gibi gitmesi,
Mutfakta yeni lezzetler deneyip başkasına tattırdığında "Harika olmuş!" tepkisi...
Türk kahvesi... 
Herhangi bir yeri  yeniden dekore etmek,
 "Seni Seviyorum." mesajı,
Nedensiz sevilen, konusmadan da anlaşılabilen,uğruna dünyalar bir kalemde silinip atilabilen, hep özlenilen, telefonlarda konuşurken boğaza bir yumruk oturmasına sebep olan dünyanın en tatlı kardeşine sarılmak....


Mutluluk listesi yapın kendinize, gece yatağa girdikten sonra sizi mutlu eden şeyleri ufacık da olsa hatırlayın. Hem gece mutlu uymanıza, hem sabah mutlu uyanmanıza sebep olur. İyi gelir, ruhunuza, kalbinize, beyninize... Hayata ne olursa olsun devam eder, seni gülümseten birşey mutlaka olur, onu es geçme. Çünkü Mutluluk sen farkedip de gülümsediğin anda mutluluk olur. Mutluluklarınız bi çok bi çok bi çok en çok hep çok olsun, bitmesin efendim... :)
Gülümsemeyle kalın...

13 Ocak 2012 Cuma

Ömür Hanım...

"Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.

Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası.

Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım?

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?

Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür Hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. Böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?

Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?



Yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına... Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür Hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür Hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum; umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?

Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu, ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim; çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre Yitikleri'nde önem kazanmaya...


Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür Hanım?

Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür Hanım, şiiridir. Beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...

Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

Kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?

Olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür... Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.

Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...

Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...

Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla.

Yağmur dindi Ömür Hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?

Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim... Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım? "
Şükrü ERBAŞ - Ve Güz Geldi Ömür Hanım

11 Ocak 2012 Çarşamba

Evde Kaldım Ben...

Çok güldüğüm karikatür... :) Bir gün ben de böyle bir programa konuk olup aynen bu diyaloğu yapmayı düşünmüyor değilim... Zira benim için hayatın bu modu böyle işlemeye devam ediyor ve bu karikatür 34 yaşımdaki halimi gösteriyor :) Kocaman gülümsemeler, iyi geceler sevgili güncem ve dostlarım :)

8 Ocak 2012 Pazar

Az...


”..sonra da hayatı boyunca kurmuş olduğu bütün hayalleri düşündü. İçlerinden sadece biri gerçek olmuştu. O da gerçekleşmemesi gerektiği için hayal olarak kurulmuştu.
Sadece hayalde kalacağı için kurmaya cesaret ettiği tek hayali gerçek olmuştu. Sonra başka bir şey düşündü: "Kim seçiyor acaba?" dedi içinden. "Hangi hayalin gerçek olacağını? O hayali kuran mı, yoksa o hayali kurduran mı?"..”
(Hakan GÜNDAY - Az)

7 Ocak 2012 Cumartesi

Günümün Sözü


"Talih insana bütün nimetlerini verse, onları tadabilecek bir ruh gerekir...
 Bizi mutlu eden ; Bir şeyin sahibi olmak değil, tadına varmaktır..."
 
Montaigne

Bugün Günlerden Güzellik...

Soğuk ve gri renkte uyandım Gebze sabahına. Gezmeyi tozmayı aklına cuma gününden kafama koymuş biri olarak İstanbul'un ağlaması pek beni ilgilendirmedi bugün. Sabah bi temiz duşumu alıp, saçımı kurutup, giyinip, takıp takıştırdıktan sonra Kadıköy'ün ıslak sokaklarında çanta ve ayakkabı alışverişine çıktım. Arkadaşlarımla güzel bir gün geçirdim. Geri dönüşte Haydarpaşa'dan trene bindik. Cam kenarında oturup yağmurun insanları, yolları, binaları nasıl ıslattığını izleyip düşüncelere dalarım diye düşünmüştüm, öyle de yaptım; lakin ayaklarımın altından vuran tren kaloriferinin sıcaklığı bütün atmosferi bozdu. O bir saatlik yolculukta allah sizi inandırsın buhar oluverecektim. Ayyyyyhhh!! mayışıklık bir yana elimi kolumu hareket ettiremedim sıcaklıktan. Gebze'ye gelmeden 2 durak önce koltuklar boşaldı da başımı tren penceresinden bir nefes uğruna dışarı çıkardım. O anda mutluluğun tanımını yap deseler sanırım tren penceesinden başımı çıkarmak derdim. 
Çok fazla sıcağı sevmem zaten ordan kurtulduk derken :) Allahım şaka gibi eve gitmek için bindiğimiz otobüsün de kaloriferinin olduğu yerde ayakta durunca ayhh dedim ben dayanamayacağım :) Çarşıda inip eve kadar yürüyüverdik. İyi de ettik hani :) Anlayacağın sevgili güncem yolculuk benim için işkenceye dönüştü. Neyse geçti gitti çok şükür. Asıl paylaşmak istediğim şey ise günümün şarkısı. Yumuşak, rahatlatıcı bir şarkı. Uzun zamandır bir kulak dolgunluğum vardı ama paylaşmak nasip olmamıştı. Bugün uğradığımız kitapçıda çalınca, "Evet!" dedim :) "Günümün şarkısı bu" :) Dinlendirici şarkımı paylaşır, sizleri gülücüklerimle sarıp sarmalarım :) 

5 Ocak 2012 Perşembe

On Yüz Milyon Baloncuk...

Yaklaşık 4 aydır sevgili bıcırıklarımla "Drama" konsepti altında bol eğlenceli etkinliklere imza atıyoruz. Bu durum  kahkaha krizlerinin, duygusal konuşmaların, yaratıcı hayal güçlerinin kapılarını sonuna kadar zorluyor. Her derste başkasının rolüne girmek hem onları hayata hazırlıyor, hem de yaratıcılıklarını geliştiriyor. Böyle bir gelişime benim de katkıda bulunuyor olmam, çocuklarımla gurur duymama yol açıyor. 
Bugünkü konumuz; duygularımız ve yüzlerimiz idi. Oldukça verimli geçen drama kursunun ardından elimde bu güzel fotograflar kaldı. Çekerken her ne kadar gülme krizlerine girsek de en sonunda başardık. 
Seyreyleyin efendim :) Gülücükler :)

 Uğur :)
 Umut :)
 İclal :)
 Burçin :)
 Bahadır :)
 Sümeyya :)
Cemile :)

4 Ocak 2012 Çarşamba

1 Ocak 2012 Pazar

Hoşgeldin 2012!

Dilerim ki 2012 bana ve sevdiklerime iyi, güzel olan ne varsa getirir. 
Dilerim ki çevremdeki herkes avuçlarını dua etmek için Allah'a açtığında avuçlarının milyon katı kadar sevgiye ve mutluluğa sahip olur, dileklerine kavuşur. Tıpkı ben gibi...
Dilerim ki 2012 benim yılım olur. 
Güzel beklentilerim, güzel dileklerim var. 
Elifcan kocaman gülümsemelerle güzel bir yıl diler efendim... (✿◠‿◠)