30 Ağustos 2011 Salı

Bayram Şekeri...

Bayramlar çocukluk coşkusuyla pırıl pırıl parlayan güzel günlerdi eskiden. Ramazan günleri bayram gelecek sevinci ile geçerdi.
Minicik avuçlarım, bayramın gelmesini iple çeken ufacık ellerim, anneme babama sürekli soru soran küçücük kurumuş dudaklarım vardı benim.Sonra kırmızı ayakkabılarım, bayramlık cicili bicili elbiselerim vardı. İlk mağazada gördüğün anda vurulurdun o zaman kıyafete, gözünün önünden bir an olsun ayırmazdım. Bir an uzaklaşsa yeni giysim başucumdan dünya başıma yıkılmış gibi bir acı otururdu içime. Çocuğum gibi gözümden sakınırdım. Arife günü gecesi heyecandan uyuyamazdım, bayram sabahı da benden önce kalkar giysimi alırlar diye erkenden uyanırdım bayram namazı saatinde.


Şeker yerdik, bayram günü karışmazdı kimse o kadar şeker çikolata yememize. Bir zil çalıverirdi. Sohbet, muhabbet, kahkahalar... ardından mis gibi tatlılar, zaman çoksa mevsim meyveleri... Eski bayramlar bir çok lezzetin görücüye çıkma zamanlarıydı. Bayramlar küçük çocukların kapıları en içten çaldıkları zamanlardı. El öpenleri çok olurdu büyüklerin. Hatta bize bile derlerdi: "El öpenleriniz çok olsun." diye. Kafalar samimiyetle okşanır, torbalar bi dolu şeker olurdu. Bugünlerle o günlerin bire bir aynı olmasını beklemiyorum ben zaten. Anılarım depreşti biraz :) Elbette değişen şeyler olacaktır. Değişmeyen ne var ki günümüzde? eskiden bulduğumuz tatları tamamıyla asla bulamayız zaten. Ama ben inanıyorum ve inanmak istiyorum ki çocukların çoğu yine aynı ya da benzer tada yakın hissediyor kendini ve o tatla yaşıyor bayramları yine. Yaşamın en güzel anıları, hep çocukluktan çıktı ve de hep çıkacak sanırım. Aslında bayramlara değil de galiba çocukluğuma özlemim. 
Bayramınız kutlu olsun. En çok bugün gülümseyin ki içinizdeki çocuk daha çok dışarı çıksın, eğlensin.... :) 

 Fıratımdan güzel karikatür... Seviyorum bu sıpayı :)

Yalancılık Sanatı

Son zamanlarda sık rastladığım, gerçekten bir sanat olma grubunda ilerleyen şey Yalancılık. İnsanlar artık ne kadar kolay yalan söylüyor farkında mısınız? Ufacık bir yalandan, hayati yalanlara kadar bir çok bir çok yalan ve yalancı var artık hayatımızda. Bu yalan ortaya çıktığında ise bambaşka bir insan. Resmen başkalaşım geçirmiş insanlar çıkıyor karşımıza.

Biz küçükken büyüklerimiz bize "Yalan söylemek kötü şeydir, bak çok günah! Allah yalan söyleyen kulu sevmez." derdi. Merak ediyorum bir tek ben ve benim gibiler mi yetişmiş bu zihniyetle?  İnsanlar kızma, kızdırma, üzme, üzülme, kırma, kırılma, ağlama, ağlatma, bağırma, bağırtma gibi riskleri alarak yeryüzünün 3-5 günlük zevkleri için yalan söyleyip rezil oluyor. 


Dün yine bir yalancı ile karşı karşıya kaldım. En son ilişkimin de bitiş nedeni buydu. Gerçi dünkü yalancı bir arkadaşımdı. Artık değil! Nefret söylemleri dolduruyor içimi. Ne istiyorsunuz bu kadar yahu? Elinize ne geçiyor merak ediyorum insanları kendinizden nefret ettirerek. Kızıyorum yalancılara. Kendilerini çok zeki sanarak karşısındakileri aptal yerine koymaları hoşuma gitmiyor. Sadece benim değil bu durum kimsenin hoşuna gitmiyor. Sorsan kendilerinin bile öyledir eminim. Dürüstlük abideleri rollerinden vazgeçemiyorlar. Ahh canlarım (!) Neden insanlar birbirine karşı bu kadar güvensiz? İşte taa-daa tam da bu yüzden. Güven vermiyorlar çünkü; yalan söylüyorlar en ufak bir konuda bile. Yalan söylüyorlar, yerin dibine geçiyorlar, yaptıklara şey; söyledikleri yalan, yerin üzerinde tabir-i caizse gün gibi aşikar.

İyi bir şey yaptığınızı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Yazık hem size hem çevrenize...Yapmayın... Kaybetmeyin... Üzmeyin, üzülmeyin....

" Üzüldüğüm gecelere say
Yitirdiğim umutlara say
Bitirdiğim kadehlere say
Erittiğim tüm buzlara say
Yalan yalan yalan
Her şey yalan. "

25 Ağustos 2011 Perşembe

Günümün Sözü


" Al yalnızlığıını gel! Korkma, sıkılmayız. Senin yalnızlığın, benim yalnızlığımla konuşur. Biz susarız..! "

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Prensesi Bulmaya Gittim, Dönücem...


Kaf dağının ardına bir anka kuşu ile gittim. Arkamdan ekmek kırıntılarını serptim ki geri dönebileyim. Umarım kuşlar yemez...Giderken hayallerimi düşürmüşüm bulan olursa bana haber versin; ya da durun! Neyse hayallerim, bulanın olsun zaten bende daha çok var. Bi de yollara umut serpiştirmişler. Ben bulduğum kadarını aldım. Gördüm mü, hiç dayanamam hemen hepsini alıveririm. 
Şimdi bir masalın içindeyim, masalın kendisi benim. İstediğim kadar mutlu son hazırlayabilirim. Gökten istediğim kadar elma düşürebilirim... Bütün sevdiklerime... 
Mutluluk elmaları... Tap tap tap...

Üzgünüm bugün kapattım dükkanı , bana gelmeyin. Karşıya gidin, esnaflık birbirine destek olmaktır değil mi? Zaten onda olan şey bugün bende yok. Çok taze aşklar varmış, satıyormuş; benimkiler taze bitti. Kara kara bulutlar götürdü benim aşklarımı. Sonra kaf dağında yağmur yağıverdi. Pembe damlacıklar her yeri sardı. Derin bir nefes aldım... Büyüdükçe büyüdü, büyüdükçe büyüdü. Ellerim, yüzüm, topuklarım, yanaklarım bile pembeleşti. Gözyaşlarım da pembeydi. Bulduğum bir sandala attım kendimi öylece. Pembe denizin içinde kürek sallamaya çalışan yapayalnız bir kızdım. Beni kurtarmaya gelecek bir kahraman hayal etti yüreğim. Keşke gelse, dedim... Gelmedi... Cebimde yoldan topladığım umutları çıkarıyodum ki elime bir aynanın parçaları saplandı. Aynanın içinde bir prenses hapsolmuştu. elimi uzattım; pembe bulutların arasında kayboldu. 

Ama bu benim masalım. Ben bu masalım! Prensesi bulmaya gittim, dönücem. Aaaa az daha unutuyordum... Denizde pembe gözyaşlarımı kaybettim. Bulan olursa haber versin. ya da bir "gel" desin hemen gelirim... Eğer beyaz atlı bir prensse kendisi, gözyaşlarımı temiz bir kutuya koysun. Tertemiz gelsin gönlüme, dünyama... Hoşgelsin, sefa getirsin...

Sen Benim...


Ellerim Yaşlandı Bak...


" Biliyor musun çıtır çıtır kırdılar beni. Artık ne olursam olayım, asla eski ben olamayacağım. Gördüğü kötülüklerden sonra, eskisi gibi bakamayacak kadar değişti gözlerim. Tenimin dokusu değişti. Ve asıl tuhafı, ellerim yaşlandı bak! "

(Kumral Ada - Mavi Tuna)

23 Ağustos 2011 Salı

Kelebeğin Ömrü...


Sigaram bitti, penceremi kapattım...
Uzandım yatağıma, gece sustu.
Yine seni düşündüm, Neden kırdın ki beni, kalbimi?
Gözünde bir kelebek kadar değerim yok muydu?
Sanki bir kelebekten, ömrüm çok muydu?

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Lamia'da İftar Keyfi

 Lamia'ya giriş 
(Aslında çıkarken çektik :) Girerken aklımıza gelmedi. Hişşştt öhöm öhöm... Evet.. Lamia'ya giriş...)
 Sevgili dostum Yasemin :)
Geçen gece çok eski, oldukça eski bir dostum ve onun eşi olan kankamla Lamia gemisinde harika bir iftar yaptım. Gemi dediğin öyle çok matah bir şey değil, Titanic gibi mesela desem değil :) Abartmanın manası yok. Küçük ama etkili cinsten. Sosyete gemisi. İzmir'imin güzeller güzeli yüzünü bir kez daha görmeye bir araç saydık kendisini :) İyi ki de yapmışız, güzel bir geceydi. Yedi buçukta bir bindik Lamia'ya on bir buçuk sularında indik. Öyle her istediğinde evine gidemiyorsun denize açılmışsın mecbur kıyıyı bekleyeceksin. Dolayısıyla eğlence hiç btmedi. Ama eğlencenin biraz ucunu kaçırdığımız anlarımız oldu. Zaten kalabalık bir grup olaraktan yeterince gürültü çıkaran cinstendik. Üzerine bir de gruptan bir arkadaşın sürpriz doğum günü partisi de eklendi. Ardından asıl tehlike arz eden, açık havada harika eğlence olan, benim düşünceme göre çin işi bir buluş olan, gökyüzü feneri denen, sıcak hava balonları çıktı piyasaya :) Çok eğlenceli... :)) Sonrasında pasta servisi, meyve servisi, muhabbet, sohbet bla bla bla... 
 İşte sıcak hava balonlarını yakmaya çalışırken... 
(Yazık ya Önder elini yaktı.)

 Kankacık Önder :)
Bol gülücüklü, vedalaşırken bol öpücüklü, bol fotograflı bir gece oldu. Yapımda ve yayında emeği geçen güzel dostuma ve "Kanka" diyerek bağrıma bastığım eşi beyfendiye çok çok teşekkürlerimi sunarım. Sadece sunmakla kalmam, yeniden böyle bir buluşmayı isterim derim. 


 Güzeller güzeli İzmirim'in eşsiz manzarası harikaydı.

 Ve Gebze'ye dönmeme çok az kaldı. Öğrencilerimi ve iş arkadaşlarımı oldukça özledim; ama yine de İzmir bırakılıp gidilir mi? orası ayrı mevzu... Cık ı-ı yok gidilmez... 

Lost'ta neydi o Desmond'un repliği? mmmm tamam buldum :) bununla sonlandırayım... :))
" Başka bir hayatta görüşürüz, kardeşim..."

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Biraz Korunmak, Biraz Şımarmak...


Birinin kadını olmak istiyorum …
Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!
Biraz korunmak, biraz şımarmak…
Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!
Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!
İçinden gelmeli…
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna”larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun! Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar…
Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!
Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!
Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara… Gülümsediğim için daha çok çalışmak…
Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi…
Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!
Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye, “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!
“Biliyo musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. “Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda…
Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam!
Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.
Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!
Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak…
Çekirdek mutlaka olsun!

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Günümün Sözü

" Eğer sizi üzen kişilere hala selam verebiliyorsanız; bu vicdanınızın sadakasıdır."

5 Ağustos 2011 Cuma

Ah Zavallı Yaralarım...

Bazen böyle birdenbire yaralanıveririz. Ama her yara iyileşir.
Eninde sonunda kabuk bağlar, üstünü kapatır. Gözlerden saklanır.
Çünkü hiçbir yara görülmek istemez...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Tebdil-i Mekanda Ferahlık Vardır...

Çarşamba yine yolculuk var. Annanemi ve dedemi görmeye gideceğim. Ben ve pembe valizlerimin biri yine iş başında olacak. Ramazanın başlamasıyla birlikte baş gösteren susuzluk denilen illet tekrar bizimle. İlerleyen günlerde alışacağım sanırım. Günler çok sıradan geçiyor. Saçlarımı ve tırnaklarımı uzatıyorum, arkadaşlarımla bol bol gezip tozuyorum. Tatilde yapacağım tek şey bu. Bazen yer değiştirmek iyi gelir insana. 3-12 Ağustos Urfa, 19-22 Ağustos İstanbul. Sonra görüşürüz :)