28 Haziran 2012 Perşembe

Günümün Sözü


Gece çok susayıp buz gibi suyu boğazına döküvermekti seni sevmek, öylesine kana kana... Sonrası mı? Sonrasında bana kalan bademciklerimin şişmesi oldu. Kalbim şişmedi ama çok kırıldı... 

26 Haziran 2012 Salı

Anlatmadan olur mu?


Biriktirmiş olabilir misin sahiden?

Çokça şeyi.

İçinde. 

Derinde.

Üstelik sen bile bilmezken bu kadar derin olduğunu.

Uzunca susup, sayfalarca konuşmak isteyebilir mi insan?

Yılları geçtim sanırken birden en başa dönebilir mi?

Bir kelimeyle; bıraktığı, unuttuğunu sandığı günleri anımsar mı?

Olurmuş.

Ne oluyor aslında biliyor musun? 

Yaşadığım onca acının bir anlamı yokmuş gibi geliyor. 

Sanki sadece sınanmışım gibi. 

Tanrı öyle kalıp kalmayacağımı, değişip değişmeyeceğimi merak etmiş gibi.

Bunun için o kadar acı çekmişim gibi.

Unutacaksam, hatırlamayı istemeyeceksem neden yaşadım o acıları?

Neden girdi o insanlar hayatıma. 

Yaşadığı hiçbir şeyden pişman olmayan insanlar varmış ya. 

Yalan.

Kabullenmiyor beynim bunu. 

Düşünüyorum da.

Mutsuzluk, mutluluktan çok daha kolay aslında. 

İnsan karanlığı seviyor bir yerde. 

Dibin daha dibi yok çünkü.

Ama; çoğu şey düzelmeye başlayınca, çoğu insan daha da çok yakıyor canını. 

Daha çok incitiyor. 

Yükseklere çıktın, gülümsedin diye çok daha aşağı inmeni istiyor.

Dipten de dibe.

İşte böyle anlarda geçmişteki acılarının tecrübesi kalıyor elinde. 

Acının tecrübesi olur mu bilmem. 

Sonuçta aynı acıları hayatının her döneminde çok büyük bir mutsuzlukla yaşıyorsun.

Hayatındaki hiçbir acı; sen beni daha önce yaşadın, bu sefer daha az kanayacaksın demiyor sana.

Sadece daha kolay kabulleniyorsun.

Her neyse, bilmiyorum.

Ben aslında hiçbir şey bilmiyorum bunca yığın arasında. 

Belli şeylerle yaşıyorum yıllardır. 

Belli insanlar, belli eylemler, belli mekanlar dahilinde.

Ve her şeye rağmen en sevdiğim yine kelimelerim oluyor. 

İnsanlara, olaylara ve durumlara göre değişiyor. 

Ama hiç gitmiyor. 

Hem söz vazgeçer mi insandan?

İnsan yaşayabilir mi anlatmadan?

19 Haziran 2012 Salı

Of Ki Ne Of!!

9 Ay doğacak diye bekle, doğsun, aç kalmasın, üşümesin diye gece 20 kez kalk, hasta olmasın diye üstüne titre, yeme yedir, giyme giydir, gözlerine bakmaya kıyama... Bir kahpe kurşuna yavrunu toprağa ver...


Ülkem'de her şey yanıyor; gencecik evlatlarını henüz 20 sınde toprağa veren anaların yürekleri , ormanlar , oteller , cezaevleri..! 
Ateş düştüğü yeri yakıyor arkadaş..! Başımız sağolsun diyorlar, terörle mücadelede kararlılığımız devam ediyor diyorlar, kalabalık ve silahlıydılar diyorlar... Ne kadar kolay söylüyorlar ve bu söylemle tatmin olmamızı bekliyorlar..! 


Hangi ananın başı sağolur? 
Yarın bir gün güzel öldü derlerse hiç şaşırmam... Yazıklar olsun..

10 Haziran 2012 Pazar

Öğretmenliğin Acı Yönü...

Sessizlik bazen iyi değildir, hem de hiç iyi değildir. Hüzün kelimesiyle eş değer olur o zamanlarda. Sınıf kapısından içeri girdiğinde "Öğretmenim!" diye kimse şikayete başlamaz, fısır fısır konuşmalar olmaz. Sınıfta unutulmuş bir kaç kitap, defter, kalem sahipsizdir. İzin almadan sınıfın ortasına çıkıp "Bu kimiiiiiiin?" diye soran olmaz. Sessizlik ağırdır. taş gibi, ağır bir kaya gibi oturur kalbinin tam üzerine. Boğazın düğüm düğüm olur o an. Sessizliği değil de ilk kez konuşmalarını istersin bıcır bıcır, "Konuşmaaa!" diye uyarı çektiğin anları değil de etrafında her birinin ayrı telden çalmasını istersin. 
Ana kucağından gelmişlerdi bana, 4 yıl boyunca emek verdiğim dünyadaki en değerli varlıklarımdandı. Bir çoğunun ayakkabısını bağladım, kızların saçlarını ördüm, bağladım, beslenme saatinden sonra yüzlerinde kalan çikolata, ayran kalıntılarını sildim yüzlerinden. Önlüklerini ilikledim, her birinin yarasına pansuman yaptım, zaman geldi öptüm, geçti... 4 yıl boyunca elimde büyüdüler. Öyle zor geliyor ki şimdi yeniden yeni öğrenciler almak. Ne zormuş, ne acıymış... Ağlayan yüzleri gözümün önünde ben ağladıkça onlar, onlar ağladıkça ben... Hala yarın sabah okula gittiğimde yüzlerini görecekmişim geliyor. Gülümsemelerle güncem... Daha neşeli, daha güzel günlerde görüşmek, gülüşmek dileğiyle... İçimde çöreklenen ayrılık acısı belki biraz hafiflediğinde... Hoşçakal...


Bu sabah titreyerek sınıfa girdim
Çocuklarım, yavrularım yok bugün.
Ne “günaydın” diyen var, ne “öğretmenim”
Çocuklarım, yavrularım yok bugün.


Sıralarda kimse yok, hepsi boşalmış
Sanki bir hüzün var bahçede bile
Sizden ne bir nefes, ne bir ses kalmış
Teselli aradım ,ben, ama nafile!


Beş yıl nasıl geçti bir rüzgâr gibi!
Yılları ay, ayları gün ettiniz
Bir tek güne sığdı o yıllar sanki
Sonunda siz de beni koyup gittiniz.


Geçen yıllar geri gelsin isterim
Yine durun, sıralanın karşımda.
Üzün yine beni eskisi gibi
Yeter ki bulunun yanıbaşımda.


Sizle beraberdim, sizleydim her gün
Bilmem şimdi günlerim nasıl geçecek!
Hiç tadı, neş’esi kalmadı ömrün
Bana kimler “öğretmenim” diyecek?


Mini mini yavrular getirin bana
O zaman bu özlem belki de biter.
Çocukları gitmiş bir öğretmeni
Ancak başka çocuklar teselli eder.


“Şaka yaptık” deyip,çıkıp gelseniz
O zaman dünyalar benim olacak.
Zararı yok, yaramazlık etseniz
Bundan bile gönlüm çok haz duyacak.


“Fatih, Özge, Murat” diye seslendiğimde
“Buradayım” diye cevap verseniz. 
Biriniz, üçünüz, beşiniz değil
Eksiksiz hepiniz geri gelseniz.


Farkım yok susuz kalmış bir değirmenden
Oyuncağı kaybolmuş çocuk gibiyim.
Issız, kızgın bir çölün tam ortasında
Herkesten, her şeyden uzak biriyim.


Haydi gelin, koşun bana çocuklar!
Bir daha bir daha kucaklaşalım
Öyle ayaküstü değil, onlarca defa
Sizinle yeniden vedalaşalım.