8 Ağustos 2014 Cuma

Sevdiklerinize Zaman Ayırın...

Hani denir ya...

Ay biz seninle öyle iyi dostuz ki; yıllarca görüşmesek ve yeniden buluşsak, kaldığımız yerden aynen devam ederiz...

Açıkçası yıllarca ben de aynı teranenin bekçiliğini yapıp, bu kandırmacanın bir nevi savunucusu oldum... Efendim yaşam gayilesiymiş... Çoluk, çocukmuş... İşmiş güçmüşşş... Mişmiş malatya'da kayısıya denir... Bir güzel oturur yersiniz... Kurusu da vardır, kremi de cilde iyi gelir....

Vakit ayırmamanın/ayıramamanın türlü sebepleri var... Bence temel sebebi duygusal açıdan uzak düşmüş olmak... Zaten uzak düştüğün biriyle de sittin sene görüşmemiş olsan, denildiği gibi aynı uzaklığa kaldığın yerden devam edebilirsin... Bunlar bahane...

Şimdi adam/kadın aynı şehirde oturuyor... Uzun yıllar yarenlik etmişler... Memleketi bilene kurtarmışlar birlikte... Yemişler, içmişler... Belki oturup, kalkmışlar... Gelgelelim yıllar geçmiş ve birbirlerini hiç arama gereği duymamışlar... Özlememişler ki anam babamm... Özleseler arar sorarlar... Telefon var... Gerçi facebook icat olundu... Bu dostluklarda da bir bozulma oldu... Ben, sana sanal çilek gönderiyim... Koyunlarını sayiyim.. Fotoğrafına etiketleneyim... Arada bir geyik yapiim... Bu mudur sıcak dostluk...

Yalnızlaşmanın, birbirine yabancılaşmanın, az biraz kelimeyle tek cümlelik hayatlar yaşamanın türkçe meali yeniden yazılıyor, işte o kadar....

İnsanlar birbirini unutuyor arkadaş... Çocuğunun ismini bilmediğin, hangi semtte oturduğunu bile unuttuğun, arada bir buluşup iki çift lafın belini kırmadığın insanla neyin yakınlığı ki bu... Aynı yerden başlarsın belki ama devamını getirmen öyle kolay olmaz... Neler yaşanmıştır arada... Hangi endişesine, hangi sevdasına tanıklık ettin, el verdin mi? Kaç kere kötü bir anında yanında oldun? Bana bunu söyle....

Sevdiğine/sevdiklerine zaman ayırdığında onların yaşamına eşlik etmiş oluyorsun... Bu yakınlaşmayı sağlıyor... Onun kelimelerini, yüz ifadelerini ödünç alıyorsun.. Zenginleşiyorsunnn... Ortak bir dil gelişiyor... Birbirinin yüz ifadesini bile ezbere biliyorsun... Az sonra ne yapacağını, ne söylersen nasıl bir tepki alacağını... Hepsini... Hasta mı, üzgün mü, dertli mi, neşeli mi, içmiş mi, başı belada mı hepsini biliyorsun.... Orada oluyorsun... Senin için o da orada oluyor böylece... Konuşuyorsun... Anlayışın gelişiyor... Dinliyorsun.. Ne demek istediğini anlıyorsun bazen kelimeler sussa bile... Uyum oluşuyor böylece... Ortak bir frekanstan aynı şarkıyı dinlesen bile senin ne hissettiğini o biliyor... Onun ne hissettiğini de sen biliyorsun...
Zaman ayırmamanın telafisi yok... Giden gitmiş oluyor... Yaşanan da yaşanmış olarak kalıyor.


16 Aralık 2013 Pazartesi

...

- Sen bir kadınla mi tanıştın? - Evet - Nasıl biriydi? - Göz kamaştırıcı bir şeydi. Tatil gibi. (Rain Man)

5 Ekim 2013 Cumartesi

Ne mesafesi?

Sevmeye engel mi mesafeler?
Senden bir şeyler var bende, 
Her an hissediyorum varlığını 
Aldığım her nefeste sen varsınn 
Senin gözlerinle bakıyorum dünyaya,
Belki tutamıyorum ellerini 
Ama rüyalarimda sımsıkı tutuyorum seni, 
Seni seviyorum mesafeler anlamsız, önemi yok.



6 Temmuz 2013 Cumartesi

Atın Gitsin....


Yazmayan kalemleri.

Sayfası bitmiş defterleri.
Kulpu kırık fincanları.
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu.
Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri.
Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o sandalyeyi.
Dibi kararmış tencereyi.
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları.
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz fotoğrafı.
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına)
Atın.
Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadı’ları atın, olmamış işte.
Takılıp kaldığınız o günü.
Düşünüp durduğunuz o lafı.
Atın.
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü.
Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’
Atın.
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini
Kestiğiniz eski gazete küpürünü
İçinizi kemiren o ukteyi
Atın.
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün.
Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi.
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (faturaların altında duruyor)
Depodaki koşu bandını.
Atın.
Cevabı olmayan soruları
Kaçırdığınız fırsatları
Atıldığınız işleri
Beceremediğiniz ilişkileri
Kişisel gelişim kitaplarını
Atın.
Arkanızdan konuşanları.
Önünüzü kapayanları.
Alamadığınız terfiyi
Oturamadığınız evi
‘Şimdiki aklım olsa’ları
Aldığınız en kötü karneyi.
Hatta en iyi karneyi.
Çalışmayan saatleri.
İşe yaramayan fikirleri.
Kaçan trenleri.
Zamansız yaşlandıran dertleri.
‘O gün’ olanları.
Halının altına süpürdüklerinizi.
Dolabın dibine iteklediklerinizi.
Atın.
Bakın, ne güzel güneş çıktı. :) <3

4 Temmuz 2013 Perşembe

Gitmedim, gelcem az kaldı...

Yazıyorum.... Yazıyorum bir şeyler de buraya değil :) Gelcem ama bi dur bekle gelcem... Valla :) Gülümsemelerle ;)

10 Ocak 2013 Perşembe

30 olmuşken...



"Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum.
Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum.
Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım
İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi
Ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık.
Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var
'Ben demiştim', 'ben bilirim', 'ben zaten anlamıştım'
Sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun.
İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor.
Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.
İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.
Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.
Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.
Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.
Kestirmeleri de öğrendim gide gele.
Boş geçen her saniye değerli artık.
Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.
Gerektiğinde 'HAYIR' demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.
Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum.
Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.
Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum.
Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.
Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor
Yaşamışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.
Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.
Modaya uymak adına popumun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim .
Ayıp, günah yada ne derler korkuları çoktan geride kaldı.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor.
Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.
Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.
İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.
Yasamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.
Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.
İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.
Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum."

Can Dündar - Olgunlaşmak.

2 Ocak 2013 Çarşamba

2013...


Küçük mutluluklar diliyorum.
Sıcacık bir çay,
Sıcak insanlar,
Sana hayran bir çift göz ve bir adet aşk,
Trafikte yeşil ışık.
Küçük, renkli pabuçlar,
Yağmurlu havada hafif bir rüzgar eşliğinde çıplak ayaklarla dolaşmak....
Ve toprak kokusu...

Küçük şeyler diliyorum BÜYÜK MUTLULUKLAR İÇİN

23 Aralık 2012 Pazar

Seni Özlemek...



Sen özlemek nedir bilir misin ?
Sesini özlemek ,
Gülüşünü özlemek …
Dokunmasan da tenine,sen onda ki sıcaklığı hisseder misin içinde ?
Sen bilir misin peki sevmeyi ,
Uzaktan sevmeyi
Elini bile tutamadan sevmeyi …
Sevmek daha önce bu kadar anlamlı oldu mu senin için ?
Ya mutluluk desem sana 
Senin için ‘Bencillik ‘yok oldu mu hiç ?
Onun mutluluğu mutlu etti mi seni ?
Peki ya onun hüznü, senin acın oldu mu ?
Ben bilmezdim özlemeyi, sevmeyi
Bencildim ben
Benim mutluluğum benimdi sadece
Ta ki bana inat gelene kadar hayatıma .

11 Ekim 2012 Perşembe

...

Vücudundaki ağrının çaresizliğinden ağlayan annenin sesi, bir yumruk büyüklüğünde olup bin yumruk yemişçesine sızlatır insanın yüreğini. Göz yaşlarını akıtırken "Kimsenin umrunda değilim." cümlesini duyarsın ya hiç bir zaman gurbette olman sana bu kadar koymaz. Sesini duyurmamak için yutuyorsa hıçkırıklarını daha bir dayanılmaz olur. Sarılmak istersin ama aranda lanet kilometreler vardır.

16 Eylül 2012 Pazar

Aslında Denizin Dibi, Yapıp Attığımız İyiliklerle Dolu...


Mutluluğun o aranıp duran formülüdür iyilik yapmak. Şarkılarda pek bahsedilmez ama iyiliktir insana mutluluğu aşılayan.

Elinizde aslında size ait olmayan ama sizin gibi duran, birilerinin sizden daha fazla ihtiyaç duyduğu şeyler varsa ve bunu biliyorsanız hiç durmayın. Hayatın koşturmacası içinde "Ah!kendime bir vakit ayırabilsem, geleceğim için, gelecekteki ben'in mutluluğu için birşeyler yapabilsem!" deyip duruyorsanız, iyilik yapın. Birine yapılacak iyilik için harcadığınız vakit bilin ki aslında kendi mutluluğunuz için akıyor.

Huzurun yerini arıyorsanız eğer mutlu ettiğiniz, birlikte oyun oynadığınız bir çocuğun gözlerinde,",Yavrum,bir bakar mısın, ben kullanmayı beceremiyorum, ayaklarım tutmuyor, beni şu asansörle beşinci kata çıkarabilir misin?"diyen 70'lik ninenin sözlerinde, "Bana bir bardak su getirir misin?"diyen annenizin yüreğinde yaşıyor o.
İyilik yapın, ufağı ya da kocamanı yok. Yaptığınız her iyilik kendi iyiliğiniz için, kendiniz için bir iyilik yapın... Öperim şapır şupur... :) Gülümsemelerle kalın :)

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Günümün Sözü


Mesafe; “Hadi gel sarılalım.” diye bir mesaj geldiğinde önce kocaman gülümseyip sonra içinin acımasıdır.


28 Ağustos 2012 Salı

Mevsimlerden Ben...

Uzun zamandır yazmıyorum Güncem. Biraz yoğunluk, biraz istememezlik, biraz durgunluk, biraz monotonluk işte v.b. Vel hasıl kerim :) geldim. Hoş geldim. Pazar günü dönüyorum. Yeni eğitim öğretim yılı için hadi bakalım! Başlayalım...


İlkbaharım.
Hep güneşliyim, ancak yağmurum bir anda iner.Islatır, dağıtır, herkesi kaçırır. Sonra yine güneş açar, ancak ortada kimse kalmaz. Cıvıl cıvıl, neşe dolu; fakat bir şekilde yalnız. Hep olur olmaz zamanlarda yağan yağmurlar yüzünden.

Yazım.
Sıcak, yakan, arzulu. Açık bir hava. Kararlı bir gidişat. Kimi zaman bunaltıcı. Alışmalısın, başka çaren yok. Bir kere tadını aldın mı çok güzel mevsim aslında. Herkese kapısı açık.

Son baharım.
Hiç geçmeyen bir hüzün içinde. Güneşli olsa da soğuk. Rüzgar uğultusu. Konuş, anlat.

Kışım.
En sonunda yalnız kalanım. Kendi içinde üzgün olanım. Soğuğum, kafam atınca buzum. Dokunulmaz, ulaşılmaz. Orada görüyorsun, ama yok aslında.
Ben buyum, bunlarım. Birisiyim, hepsiyim. Azım, çoğum.
Denge noktası, dengesizliğin uç noktası.
Ben varım, yaşıyorum, hayattayım.
Ben yokum, öldüm, hiç doğmadım.
Her şeyim, hiçbir şeyim.
Sevgiyim, nefretim.
Ben, benim.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Sevgili Güllük, Bazen...


"Sevgili güllük,

İnsanlar sabahları uyanırlar. Güneş sabahları doğar. İnsanlar işe giderler. Ayakkabı giyerler. Bazen lacivert, bazen siyah, bazen beyaz arabalara binerler. Bazen de kahverengi ayakkabı giyerler. Hava vardır. Su vardır. Bazen yağmur ya da kar yağar. Kış vardır. Kışın hava erken kararır. Evlere gidilir. Çorba içilir. Şeftali yenir. İnsanlar pazen ya da başka kumaşlardan dikilmiş pijamalardan giyerler. Pikniğe gidilir. At vardır. En çok kahverengi ya da ona yakın renklerde atlar olur. Bazen taksi tutulur. Kuşlar havada uçar. yer vardır. Ona basılır. Yaz olunca denize girilir. Balıklar yüzerler. Yeşil vardır."

1 Temmuz 2012 Pazar

Rakı İçince...

Biliyor musun?
Hep rakı içince oluyor böyle şeyler 
Yani rakı içince özlüyorum seni 
Tuhaf ellerini 
Hep rakı içince kıyılıyor içim 
Şiarım değişiyor sokakta 
Ben rakı içince biliyorum 
Yapabiliyorum her dileğimi 
Hep rakı dolunca bardağa 
Kalkmayalım istiyorum masadan 
İşlemeye başlıyor insafsızca 
Cam bardakta rakıdan zaman 
Tek buz düşünce bardağa oluyor böyle şeyler 
Yani dökülüyorum sana 
Güçleniyor söyleyemediklerim 
Buz eriyor suyunda 
Biliyor musun? 
Hep rakı kokunca hava oluyor böyle şeyler 
Kalkıp geliyorum sana 
Evinde benim köşem 
Hala boyamadın ya? 
Sonra gariptir 
Rakı içince oluyorum böyle 
Biraz küçük biraz deli 
Babamı hatırladığımdan mıdır bilinmez 
Ellerim hep daha yeni 
Tası tarağı topluyorum ilk yudumda 
Düşünüyorum sonra 
Hayat dediğin bir tas bir tarak nasıl olsa 
Toplarım sonra 
Bi kadeh daha yollasınlar bana 
Efkar dedikleri şeyi 
Rakının yanında getiriyorlar 
Katıksız meze gibi 
Efkar dediğin şey mi 
Böylesi bağlıyor bizleri 
Ne kadar çok gülebiliyoruz o gece 
Bu nasıl bir efkar bildin mi? 
İşte hep rakı içince oluyor bana böyle şeyler 
Yani rakı içince özlüyorum seni 
“sen” dediğim kim mi? 
Bir rakıda kaç tane “sen” var bilebildin mi? 

JEHAN BARBUR NİSAN 2010

28 Haziran 2012 Perşembe

Günümün Sözü


Gece çok susayıp buz gibi suyu boğazına döküvermekti seni sevmek, öylesine kana kana... Sonrası mı? Sonrasında bana kalan bademciklerimin şişmesi oldu. Kalbim şişmedi ama çok kırıldı... 

26 Haziran 2012 Salı

Anlatmadan olur mu?


Biriktirmiş olabilir misin sahiden?

Çokça şeyi.

İçinde. 

Derinde.

Üstelik sen bile bilmezken bu kadar derin olduğunu.

Uzunca susup, sayfalarca konuşmak isteyebilir mi insan?

Yılları geçtim sanırken birden en başa dönebilir mi?

Bir kelimeyle; bıraktığı, unuttuğunu sandığı günleri anımsar mı?

Olurmuş.

Ne oluyor aslında biliyor musun? 

Yaşadığım onca acının bir anlamı yokmuş gibi geliyor. 

Sanki sadece sınanmışım gibi. 

Tanrı öyle kalıp kalmayacağımı, değişip değişmeyeceğimi merak etmiş gibi.

Bunun için o kadar acı çekmişim gibi.

Unutacaksam, hatırlamayı istemeyeceksem neden yaşadım o acıları?

Neden girdi o insanlar hayatıma. 

Yaşadığı hiçbir şeyden pişman olmayan insanlar varmış ya. 

Yalan.

Kabullenmiyor beynim bunu. 

Düşünüyorum da.

Mutsuzluk, mutluluktan çok daha kolay aslında. 

İnsan karanlığı seviyor bir yerde. 

Dibin daha dibi yok çünkü.

Ama; çoğu şey düzelmeye başlayınca, çoğu insan daha da çok yakıyor canını. 

Daha çok incitiyor. 

Yükseklere çıktın, gülümsedin diye çok daha aşağı inmeni istiyor.

Dipten de dibe.

İşte böyle anlarda geçmişteki acılarının tecrübesi kalıyor elinde. 

Acının tecrübesi olur mu bilmem. 

Sonuçta aynı acıları hayatının her döneminde çok büyük bir mutsuzlukla yaşıyorsun.

Hayatındaki hiçbir acı; sen beni daha önce yaşadın, bu sefer daha az kanayacaksın demiyor sana.

Sadece daha kolay kabulleniyorsun.

Her neyse, bilmiyorum.

Ben aslında hiçbir şey bilmiyorum bunca yığın arasında. 

Belli şeylerle yaşıyorum yıllardır. 

Belli insanlar, belli eylemler, belli mekanlar dahilinde.

Ve her şeye rağmen en sevdiğim yine kelimelerim oluyor. 

İnsanlara, olaylara ve durumlara göre değişiyor. 

Ama hiç gitmiyor. 

Hem söz vazgeçer mi insandan?

İnsan yaşayabilir mi anlatmadan?

19 Haziran 2012 Salı

Of Ki Ne Of!!

9 Ay doğacak diye bekle, doğsun, aç kalmasın, üşümesin diye gece 20 kez kalk, hasta olmasın diye üstüne titre, yeme yedir, giyme giydir, gözlerine bakmaya kıyama... Bir kahpe kurşuna yavrunu toprağa ver...


Ülkem'de her şey yanıyor; gencecik evlatlarını henüz 20 sınde toprağa veren anaların yürekleri , ormanlar , oteller , cezaevleri..! 
Ateş düştüğü yeri yakıyor arkadaş..! Başımız sağolsun diyorlar, terörle mücadelede kararlılığımız devam ediyor diyorlar, kalabalık ve silahlıydılar diyorlar... Ne kadar kolay söylüyorlar ve bu söylemle tatmin olmamızı bekliyorlar..! 


Hangi ananın başı sağolur? 
Yarın bir gün güzel öldü derlerse hiç şaşırmam... Yazıklar olsun..

10 Haziran 2012 Pazar

Öğretmenliğin Acı Yönü...

Sessizlik bazen iyi değildir, hem de hiç iyi değildir. Hüzün kelimesiyle eş değer olur o zamanlarda. Sınıf kapısından içeri girdiğinde "Öğretmenim!" diye kimse şikayete başlamaz, fısır fısır konuşmalar olmaz. Sınıfta unutulmuş bir kaç kitap, defter, kalem sahipsizdir. İzin almadan sınıfın ortasına çıkıp "Bu kimiiiiiiin?" diye soran olmaz. Sessizlik ağırdır. taş gibi, ağır bir kaya gibi oturur kalbinin tam üzerine. Boğazın düğüm düğüm olur o an. Sessizliği değil de ilk kez konuşmalarını istersin bıcır bıcır, "Konuşmaaa!" diye uyarı çektiğin anları değil de etrafında her birinin ayrı telden çalmasını istersin. 
Ana kucağından gelmişlerdi bana, 4 yıl boyunca emek verdiğim dünyadaki en değerli varlıklarımdandı. Bir çoğunun ayakkabısını bağladım, kızların saçlarını ördüm, bağladım, beslenme saatinden sonra yüzlerinde kalan çikolata, ayran kalıntılarını sildim yüzlerinden. Önlüklerini ilikledim, her birinin yarasına pansuman yaptım, zaman geldi öptüm, geçti... 4 yıl boyunca elimde büyüdüler. Öyle zor geliyor ki şimdi yeniden yeni öğrenciler almak. Ne zormuş, ne acıymış... Ağlayan yüzleri gözümün önünde ben ağladıkça onlar, onlar ağladıkça ben... Hala yarın sabah okula gittiğimde yüzlerini görecekmişim geliyor. Gülümsemelerle güncem... Daha neşeli, daha güzel günlerde görüşmek, gülüşmek dileğiyle... İçimde çöreklenen ayrılık acısı belki biraz hafiflediğinde... Hoşçakal...


Bu sabah titreyerek sınıfa girdim
Çocuklarım, yavrularım yok bugün.
Ne “günaydın” diyen var, ne “öğretmenim”
Çocuklarım, yavrularım yok bugün.


Sıralarda kimse yok, hepsi boşalmış
Sanki bir hüzün var bahçede bile
Sizden ne bir nefes, ne bir ses kalmış
Teselli aradım ,ben, ama nafile!


Beş yıl nasıl geçti bir rüzgâr gibi!
Yılları ay, ayları gün ettiniz
Bir tek güne sığdı o yıllar sanki
Sonunda siz de beni koyup gittiniz.


Geçen yıllar geri gelsin isterim
Yine durun, sıralanın karşımda.
Üzün yine beni eskisi gibi
Yeter ki bulunun yanıbaşımda.


Sizle beraberdim, sizleydim her gün
Bilmem şimdi günlerim nasıl geçecek!
Hiç tadı, neş’esi kalmadı ömrün
Bana kimler “öğretmenim” diyecek?


Mini mini yavrular getirin bana
O zaman bu özlem belki de biter.
Çocukları gitmiş bir öğretmeni
Ancak başka çocuklar teselli eder.


“Şaka yaptık” deyip,çıkıp gelseniz
O zaman dünyalar benim olacak.
Zararı yok, yaramazlık etseniz
Bundan bile gönlüm çok haz duyacak.


“Fatih, Özge, Murat” diye seslendiğimde
“Buradayım” diye cevap verseniz. 
Biriniz, üçünüz, beşiniz değil
Eksiksiz hepiniz geri gelseniz.


Farkım yok susuz kalmış bir değirmenden
Oyuncağı kaybolmuş çocuk gibiyim.
Issız, kızgın bir çölün tam ortasında
Herkesten, her şeyden uzak biriyim.


Haydi gelin, koşun bana çocuklar!
Bir daha bir daha kucaklaşalım
Öyle ayaküstü değil, onlarca defa
Sizinle yeniden vedalaşalım.

29 Mayıs 2012 Salı

Gece İyi Geçmiyorsa...

Biraz önce blog sayfamı açmış bir yandan ne yazacağım düşünürken bir yandan da Sertab ERENER'den "Aldırma deli gönlüm" ü dinliyordum. Ardından da "Unutursun"... Gözlerim dolmuştu ki telefonuma bir mesaj geldi. Benim öyle değerli can arkadaşlarım var ki... Onlarla hayat güzel inanın. Noktasına virgülüne dokunmadan aktarıyorum. 
"Mevlam seni hiç yalnız bırakmasın, içindeki imanla ısıtsın, uçurumlardan düşmemen için her zaman ellerinden tutacak, günahlara karşı koruyup kollayacak melekler tayin etsin. Mevlam seni o kadar çok sevsin ki kötü niyetli insanlardan korusun, uzak tutsun. Yaşanabilecek tüm güzellikleri sana versin, ömrünü ay gibi parlak, gözlerini güneş gibi ışıltılı, yüreğini ve yuvanı her daim sımsıcak eylesin. O birdir ve tektir. "Ol" der ve her şey olur. Senin huzurun ve mutluluğun için "Ol" desin. Amin... Seni çok seviyorum. İyi geceler, huzurlu uykular."
Daha güzel bir iyi geceler mesajı olmaz. Kalpten, içten. İyi ki varsınız güzel arkadaşlarım. Benden uzakta da olsanız, bu durum hiç değişmeyecek... İyi ki varsınız... En sıcak gülümsemelerimle kucaklıyorum sizi :)

24 Mayıs 2012 Perşembe

Kaybettiğim Değerlime...



Ey güzel Allah'ım nasıl da denk getiriyorsun.... Günümün sözü kesinlikle budur... Nedenini bilmeden kaybettiğim değerli bir arkadaşım için gelsin... Çok üzüldüm... Çok çok üzüldüm... Öyle gerekiyordu, böyle oldu :(

"Unutamıyorsan umursama; 
Çünkü hayat değil, sen hayatı üzmelisin. 
İşte bu yüzden altını çizdiklerinin bazen üstünü çizmelisin."


~ Bob Dylan ~

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Günümün Sözü...



Düşünceli olun,,
çünkü karşılaştığınız herkes, inanın en az sizin kadar zorlu bir mücadele veriyor...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Eğer Anne Olursam...


(Ne güzel bir anne badisidir bu! Bayıldım :) Ancak bu kadar güzel anlatılabilir)

Meyve püresi yedirmeye çok özeniyorum ben. Şeftali olur, muz olur, elma olur... rendeleyip yedireceğim. Belki biraz havuç ya da haşlanmış sebzeler... Küçücük ağzının kenarına bulaşan pütürleri kaşığın ucuyla alacağım. Yedirmek için şarkılar söyleyeceğim, türlü şaklabanlıklar yapacağım karşısında... Biraz büyüyecek, kendi elleriyle yemeye başladığında ona tüm sevgimle "O tabak bitcek!" diyeceğim. 

19 Mayıs...


Bugün 19 Mayıs; bugün Atatürk'ün ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin doğum günü, bugün gençlerin bayramı! Atatürk öyle bir liderdir ki 1927'de dahi gelecekte olabileceklere karşı uyarmıştır milletini. Gençlik Hitabesi... Okuyun, okutun. İçindeki derin manayı anlayın, anlatın... Kutlu olsun!!!

"... Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"

Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Gelincik Çiçeği...


Sevginin yeri yurdu olmadığı gibi sevgilinin de yeri yurdu yoktur tıpkı gelincik çiçeği gibi dağlarda, kırlarda, yol kenarlarında açmak için vücut bulduğu her yerdedirler… Narindirler, kırılgandırlar, zariftirler… Tıpkı sevgili gibi dalından koparınca ya da incitince kırılırlar, süzülürler, solarlar, boyun bükerler… Kıymetlerinin bilinmesini ister hassas davranılmasını bekler her ikisi de… Ve benzerler birbirlerine özellik olarak bu yüzden, aslında biri kırların, dağların diğeri ise gönlün çiçeğidir…

Live İn The Moments...



"Hayatta ne yaparsan yap, önemsiz olacaktır. Ama senin yapman çok önemlidir. Çünkü başka kimse yapmayacaktır. Aynı, biri senin hayatına girdiğinde bir yarının 'Hazır değilsin' diyip; diğer yanının 'Onu sonsuza kadar senin yap' demesi gibi..." 


"İstasyona gidip bir bilet alabilir, sonra trene atlayıp, bambaşka bir yere gidebilirdim. İçimden geçtiğim tüm o şehirleri, rayların cızırtısı eşliğinde izleyebilirdim. Bir yerlerde bir ev tutup, ön yargılı bir toplum ve bize biçilmiş rollerin uzağında, yeni bir hayata başlayabilirdim. Belki de şansım yaver gidip,yeni insanlarla tanışabilirdim. konuşacak yeni insanlarla… Tatmin edici bir maaş alıp, üstüme başıma pahalı kıyafetler çekebilirdim. Belki orada bir kızla tanışırdım; birbirimizi seveceğimiz bir kızla. Birlikte bolca zaman geçirebilirdik; sadece ikimiz… Geç vakte kadar yataktan çıkmadan,geri kalan her şeyi unutarak, anladığımız dilden konuşabilirdik. Belki kavga eder, sonra çözerdik.konuşup anlaşıp, yolumuza devam ederdik. Deniz kenarına arabamızla gider, kendimize bir ev alır, çocuk yapardık. Sevimli, sağlıklı çocuklar… Onları çok severdim. onlara bir yuva ve baba sıcaklığı sağlardım. Muhtemelen gecenin bir yarısı uyanıp, seçimlerimi ve aşkımı sorgulardım. Kör karanlıkta sokakta biraz yürür,geçen arabalara bakar,yapayalnız halimle soğuğu iliklerimde hissederdim. Sonra yatağıma döner, ona sarılır, hem kendimden hem de karanlıklarımdan tiksinirdim. Sonra sisin ardında bir şey görürdüm.geldiğim yeri özlerdim. Doğduğum yeri,memleketimi… Belki hayatımı orada sonlandıracağım. Belki benim seçimim budur. Belki hiçbir yere gitmeyeceğim, burada kalacağım… İşte benim seçimim bu, seçimim bu…"

(Remember Me-2010)

15 Mayıs 2012 Salı

Arkadaş Can Yakar Mı?


Kimi zaman anlamsız tartışmalarla, kimi zaman ayrılan yollarla ve artan mesafelerle, kimi zaman da bile bile acıta acıta yok olan arkadaşlıklarım var benim. En acısını da yıllarca herşeyimi anlattığım dostumun aslında sandığım insan olmadığını anladığım zaman yaşadım. Bu acı, ne aşk acısına ne de başka bir şeye benziyor. Hayatın gerçekten can yakan bir şey olduğunu tecrübe etmeme neden oldu. İçimden kopup giden parçaların sızısı geçmek bilmiyor olsa da yine anlıyorum ki zaman her şeyin ilacı. İlerde belki buruk bir gülümseme olur suratımda... Yaralar sarılır, yola devam edilir ne edek...
Gülümsemeyle kalın...

11 Mayıs 2012 Cuma

Günümün Sözü

Eğer güzel gözlerin olmasını istiyorsan, insanlara iyilikle bak.
Eğer saçların güzel olsun istiyorsan, bırak çocuklar ellerini geçirsin saçlarından.
Ve güzel dudaklara sahip olmak için, sadece güzel sözler söyle.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Hint Felsefesi...

KURAL 1: "Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur,... hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.

KURAL 2: "Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile
değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir."

KURAL 3: " İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

KURAL 4: "Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun
bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir."

6 Şubat 2012 Pazartesi

Güle Güle Tatil... Seni Özleyeceğim...

Ve tatil biter, sendrom başlar...Yalnız pazartesi değildir korkulan; tüm haftaya hatta aya bulaşmış bir kurum gibidir. Eline yüzüne bulaşır...
Hoşgeldim Güncem... 
Gülümsemelerle... ^_^

5 Şubat 2012 Pazar

Günümün Sözü...

Konuştuklarımız başlangıçta her zamanki gibiydi, birbirimizi kavrıyorduk, ele geçiriyorduk...

Sonra sonra işin can damarına geldik... Durdum.
Benden söz açmıştı, beni bulmaktan... Durdum.

... 'Sen zaten arıyordun' dedim, 'bir şeyler arıyordun' dedim, 'onları bulmaya hazırdın' dedim ... o zaman karşına ben çıktım, hazırdın bulmaya...

Bende buldun o aradığını.
Bende görmek istediğin, bulduğun şeyleri bulmaya hazırdın...

* Bilge Karasu

2 Şubat 2012 Perşembe

Günümün Sözü

“Ardına bakmadan çekip gidenlerin peşine düşmek için yaratılmadık biz.
 Bir görünüp bir kaybolmak ayın ve yıldızların işidir.
 Sen insansın...
 Hatırladın mı?”